Ülkemizde son sıralarda birçok insan krizden bahsediyor. Kimi çıkar diyor kimi çıkmaz. Her türlü keskin harekette de her taraf kendi türküsünü söylemeye başlıyor.
Gösterge rakamlarında bir çıkış yaşanırsa “işler çok iyi” diyenler, iniş yaşanırsa da “kriz” diyenler yüksek perdeden konuşmaya başlıyor. Tabi sürgit bu dalgalanmalar her iki tarafa da yeterince fırsat verdiği için her iki tarafın da konuşacak çok şeyleri oluyor.
Ülkemizde kriz beklentisi içerisinde olan birkaç yapı ya da grup var. Bunların başında muhalefet geliyor. Burada kastettiğim illa içinde bulunduğumuz zaman dilimindeki “iktidar-muhalefet” değildir. Kastettiğim genel olarak ülkemizde iktidar muhalifliğinin aynı zamanda bir kriz beklentisi içerisinde olmak ile aynı anlama geldiğidir. Bunu anlamak da anlatmak da kolaydır. Bu kadar bir ifadenin yeterli olduğuna inanıyorum.
Diğer bir grup, spekülatörler ve onların etkisinde hareket edenlerdir. Bunlar belli bir değere yatırım yapıp pusuda bekleyenlerdir. Uygun bantta ya da fiyatta kârlarını gördüklerinde hemen satarlar. Bu da ani dalgalanmalara sebep olabilir. Bu spekülatörlerin yerli ya da yabancı olması fark etmez. Çünkü neticede hepsi kısa vadede büyük kâr peşinde koşarlar. Bu açıdan her kriz bir sermaye transferidir.
Başka bir grup da ekonomi eğitimi ve çevresi kriz odaklı olanlardır. Krizler aslında iyi birer ekonomi öğrenme mekanizmalarıdır. Kriz analizleri insana ekonomiyi çok çabuk öğretir. Ekonomiyi çok farklı açılardan değerlendirme fırsatı verir. Tıpkı depremler gibi. “Bir musibet bin nasihatten evladır” dedikleri gibi, bir deprem yıllardır yapılamayan düşünülemeyen tedbirleri aldırmayı başarır.
Tabi bütün bu grupların kombinasyonunun ürünü olanlar da vardır. Bu açıdan baktığımızda karşımıza büyük bir yapı çıkar. Tabi buna ülke insanının ruh halini de eklemek gerekir. Yapı olarak şüpheci toplumlarda “kriz beklentisi” eksik olmaz.
Türkiye ekonomisi uluslararası finans piyasasına yapısal olarak eklemlendiği için her türlü gelişmeyi çok yakından takip etmek zorundadır. Bu durum onun, uluslar arası çalkantılara açık hale gelmesine vesile olduğu gibi uluslar arası çözüm ve analizlerden de yararlanabileceği anlamına gelir.
Benim bu zamana kadar bahsettiğim kriz veya çöküş yukarıda anlattığım kriz yapılarının tamamen dışındadır. Bu yapılanmalar ile aynı kategoride algılanmak, uyarmaya çalıştığım yanlışların (veya krizin) görülmemesine sebep olmaktadır. Onun için çöküş ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.
Benim itirazım üç noktada temerküz eder:
- Ekonomi ve finans istikrarı için yapılanların maliyeti çok yüksektir. Örneğin Cumhuriyet Merkez Bankası’nda yaklaşık 100 milyar dolar (92.7 milyar dolar) döviz rezervi tutuluyor. Ya da, sürekli sıcak para girişi isteniyor. Bunların hepsinin maliyetleri çok yüksektir. Bu maliyetler de faiz ödemesi olarak bizlere yansımaktadır. Bütçeye yansımaktadır.
- İçinde bulunduğumuz para-kredi sistemi borca dayalı para sistemidir. Bu sistemde ölçü/değişim aracı olarak kullandığımız para aslında bir borçtur. Borç demek faiz demektir. Her harekette borç dolayısıyla faiz artmaktadır.
- Rakamlara bakarsak, ülkemiz şu anda dünyanın 16. büyük ekonomisine sahiptir. Eğer süper güç olacak isek ilk 10’a girmeyi değil ilk 5’e girmeyi hedeflememiz gerekir. Bunun için de sistemi değiştirmemiz gerekmektedir. Aksi durumda büyük güç olma iddiaları temelsiz kalır.
Şimdilik, itirazlarımı ana hatları ile ifade ettim. Yazımı burada sonlandıracağım. Ancak bu itirazlarım çerçevesinde daha detaylı yazılarıma devam edeceğim.
Selam ve Sevgilerimle
…
Prof. Dr. Mete Gündoğan
Bir yanıt bırakın