Paradigma değişiminde doğru soruları sormak çok önemlidir. Eski paradigma ancak sorgulamalarla aşılabilir.
Ancak bu sorgulamanın doğru sorular ile yapılması lazımdır. Eski paradigma zihinlerde kendi sorularını ve sorgulamasını da oluşturmuştur. Dolayısıyla, sizler eğer yeni bir paradigmayı anlamak istiyorsanız, soracağınız sorular aykırı ve bazen de saçma olarak da algılanabilir. Yine de sorgulamalar yeni paradigma doğrultusunda ısrarla devam ederse, bir de bakarsınız ki zihninizde yepyeni bir kurtuluş ya da kuruluş yolu açılmıştır. İşte bu yazımızda, yeni paradigmaya delil olacak üç temel meseleyi özetle anlatmaya çalışacağız.
Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) ile ilgili olarak temelde üç sorunun (meselenin) cevabının verilmesi gerekir. Bu üç soru, sistemi anlama açısından sorulması gereken en doğru sorulardır. BDPS zulmünün anlaşılmasına yönelik bütün sorular, bu üç mesele altında toplanabilir.
- Kullandığımız para kimindir?
- Ülkemizde ne kadar para üretileceğine kim karar veriyor?
- Devletimizin ne kadar borçlanacağına kim karar veriyor?
İşte bu üç soruya cevap aramaya başlayarak zihnimizdeki mevcut paragidmanın yıkımına başlayabiliriz. Şimdi, bu üç meseleyi bunlardan türetilecek soruları irdeleyerek anlatmaya çalışalım.
Kullandığımız para kimindir?
Bu soru ilk bakışta size saçma gelebilir. “Hocam başka bir şey sormaya çalışıyor ama sanırım yanlış ifade etti” gibi bir zanna kapılabilirsiniz. Hatta, “cebimdeki para benim alınteriyle kazandığım paramdır, tüketim hakkımdır” diye kestirip atabilirsiniz. “Benim bu boş işlerle uğraşacak vaktim yok” da diyebilirsiniz. Bu ve benzeri tepkilerin hepsi eski paradigmaya göre doğal tepkilerdir.
Ama, gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısınız?
Cebinizde ya da emin olarak bıraktığınız bir başka yerdeki para, bir şirketin malıdır. Siz o malı kullandığınız için o yapıya kira vermektesiniz.
Şimdi burada hemen aklımıza şu iki soru daha gelmelidir. Pekiyi para bir ölçü birimi değil midir? Nasıl oluyor da mal olarak ifade ediyoruz?
Siz, paranın bir ölçü birimi olduğunu zannediyorsunuz ve ölçü biriminin mal olmaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Yerden göğe kadar haklısınız. Biz de zaten bunu söylüyoruz. Ancak ekonomi kitaplarında ya da anlatımlarında paranın ölçü birimi olduğu söylenmiyor! Şu şekilde ifade ediliyor:
Paranın üç fonksiyonu vardır. Ölçü birimi, değişim aracı ve değer depolama aracı. Halbuki, her menkul malın bu üç özelliği olabilir! O zaman bu şekilde ifade etmek, birinci olarak, algı yanılmasına sebep oluyor ikinci olarak da paranın bir mal haline getirildiğini ispat ediyor. O zaman ilk sorduğumuz soru çok anlamlı bir soru halini alıyor.
- Madem ki cebimizdeki para bir maldır, o halde bu mal kimin malıdır?
- Kullandığımız para kimindir?
- Neden onundur?
- Neden devletin değildir?
- Bu mal (para) nasıl üretiliyor?
- Kullanım ömrü nedir?
- Bu şekilde kurgulamak zorunda mıyız?
- Bu işten en çok kazanan kimdir?
- Bu işin kaybedenleri kimlerdir?
- Bu malı kullanım karşılığında bir kira ödüyor muyuz?
İşte bunlar gibi daha bir çok soru sorulabilir. Bu soruların bizi götürdüğü birinci adres Merkez Bankası’dır. Ancak rakamlara baktığımızda, piyasada Merkez Bankası’nın ürettiği paranın neredeyse 15 katı daha para olduğunu görüyoruz. Onu kim üretiyor diye sorduğumuzda karşımıza bankalar çıkıyor. Daha doğrusu bankaların para yarattığını anlıyoruz.
Pekiyi bankalar nasıl para yaratıyor?
Bankalar kendilerinde olmayan parayı havadan yaratarak var ediyorlar. Bankalar mevduatının belli bir oranını zorunlu karşılık olarak merkez bankasına yatırıyor. (Belli bir oranını yatırabildiği gibi, tamamını yatırınca o oranın katı kadar kredi yaratma kabiliyetine sahip oluyor!) zorunlu karşılığın belli bir oranını da ‘kredi’ adı altında yeni mevduat olarak kredi alanın hesabına yazıyor. Bu kredi, paranın sahip olduğu bütün kabiliyetlere sahiptir ve para gibi işlem görür. Bu kredi/para başka birine transfer edildiğinde, bu sefer o (havadan yaratılan) para sisteme ‘yeni’ mevduat olarak giriyor. Bu işlem böyle devam ediyor. Tabi bu sonsuz miktara kadar değil, kanunların öngördüğü oranlara kadar yapılabiliyor. Biz bu işleve Kısmi Rezerv Sistemi işlevleri diyoruz. Ancak burada bir hususun altını çizeriz. Görüldüğü gibi, bankalar aracı kurumlar değildir. Yani bankalar, kendilerinde var olan parayı ödünç isteyenlere veren aracı kurumlar değil bizzat parayı havadan yaratan kurumlardır. Kısmi Rezerv Sistemi işlevleri ile anlatmamız, mevcut mevzuat zorunluluklarından dolayıdır.
Pekiyi, bu şekilde üretilen para kimindir? Bütün bu soruların cevaplarını (gerçek olarak) verdikçe yeni sorular zihninizde doğuyorsa, o zaman bilin ki zihninizde yeni paradigma devrimi oluyor demektir. Bundan sonra herşeyi yeniden yapılandırmaya anlamlandırmaya başlayabilirsiniz.
Ülkemizde ne kadar para üretileceğine kim karar veriyor?
Bu ikinci mesele, bizlere şu açılımları getiriyor ya da getirmelidir. Madem ki para bir maldır ve sahibi vardır, o halde bu maldan ne kadar üretileceğine kim karar veriyor? Şimdi biliyoruz ki iki ana üretici var. Merkez bankası ve bankalar (yukarıda tarif ettiğimiz şekilde KRS işlevleri ile)
Merkez Bankası’nın ne kadar para üreteceğinin formülünü bir profesyonel yönetici şu şekilde ifade ediyor; “bu işin yarısı teknik yarısı da hissetme ile ilgilidir”! Bu ifadelere biz de katılabiliriz. Ancak ikinci grup olan bankaların üretimi tamamen banka müdürlerinin bir imzası ile gerçekleşiyor! Neredeyse bir kısıt yok gibidir. Teknik olarak mevduat munzam karşılıkları bir sınır olarak görülebilir ama iyi incelenirse, – işlevler tersten yapıldığında – onun da bir sınır oluşturamayacağı gayet aşikardır. Hem bankaların ürettiği para tamamen rakamlardan ibarettir. Çünkü bankaların para üretimi, Merkez Bankası’nın para üretimine benzemez.
Kısacası, ne kadar para üretildiği bütün milleti ilgilendiriyor ama ne kadar para üretileceği kararını millet vermiyor! BDPS sayesinde bankalar istedikleri gibi karar veriyorlar. Hatta burada ciddi etik sorunlar da vardır. Şöyle ki, bankalar olmayan parayı kredi olarak veriyorlar. Diyelim ki bir şahıs gitti bir bankadan 20 milyon lira kredi aldı ve bu kredi ile bir fabrika yaptı.
Bu durumda, olmayan para ile parası olmayan bir şahıs kendisine bir fabrika yaptığına göre, o fabrika kimindir? Şahsın mı? Bankanın mı? Milletin mi? Devletin mi? Bu gerçekten çok çetin bir meseledir.
Neticede, hepimizi tek tek ve toplu olarak ilgilendiren para miktarında söz bize ait değildir! Diğer bir ifade ile, ne kadar para üretileceğine bir avuç adam kolaylıkla karar veriyor ama ceremesini milletçe biz hepimiz çekiyoruz. Ama ne çekiş! Piyasada hepimizi krallar gibi yaşatacak kadar para var olduğu gözüküyor ama hiç kimsede para yok! Hepimiz borçluyuz. Çünkü bu Borca Dayalı Para Sistemidir.
Kimin ne kadar para üreteceğinin kararını biz vermiyoruz. Bu kadar önemli bir konuda milletçe bizim bir sözümün geçerliliği yok! Ne ilginç değil mi?
Devletin ne kadar borçlanacağına kim karar veriyor?
Tabi bu soru da başka bir faciayı gözlerimizin önüne seriyor. Hükümetler devlet adına borçlanma yapıyor. Devlet dediğimiz de biziz. Yani bizim milletçe oluşturduğumuz yönetim erkidir. Fakat, borçları bizler fert fert ödüyoruz. Yani sen ben ödüyoruz, vergi ve değişik harçlarla.
Pekiyi bizim adımıza borçlanmayı kim yapıyor? Hazine.
Nasıl yapıyor? Birkaç bürokrat birkaç bankacı ile biraraya geliyor ve devleti yani bizi hatta seni beni ne kadar borçlandıracaklarına karar veriyorlar. Diyebilirsiniz ki bütçe kanununda devletin bütçe açıklarını sürekli borçlanma ile kapattığını biliyoruz. Ancak bu konu çok farklı bir konudur ve teknik olarak BDPS içerisinde, bütçenin açık vermesi matematiksel olarak zorunludur. Açık da borçtur. Dolayısıyla bütçe kanununun parlamentoda oylanması sorumuza cevap oluşturmuyor.
Pekiyi bu borç alınırken borçlunun rolü nedir?
Sonuçta, hükümetlerin/devletlerin aldıkları borçları millet ödüyor. Ama ne kadar borç alınacağı, borcu ödeyenlere sorulmuyor. Bu durumda, bu sorunun şu şekilde sorulması daha isabetlidir: milletin ne kadar borçlandırılacağına kim karar veriyor? Örneğin ben borçlandırılmak istemiyorum. Benden sonra çocuklarımın da borç altında ezilen bir sistemde yaşamasını da istemiyorum. Ama benim bir şey söyleme hakkım yok! Çocuklarımın ise hiç yok çünkü onların bu sistemden haberi bile yok. O zaman, bu bir köle düzeni değil de nedir?
Mevcut parlamenter demokrasıde bizler sesimizi duyurmak için millet vekili seçiyoruz. Onlar da bizim adımıza karar veriyorlar. Madem ki sistem bu şekildedir, hiç olmazsa devletin her borçlanmasının kararını parlamento versin. Seçtiğimiz milletvekili karşımıza geldiğinde, “kardeşim neden beni bu kadar borçlandırdın?” diye sorgulayalım.
Ancak bu konuda borcu ödeyene herhangi bir söz hakkı verildiği yok. Bir avuç adam beni ne kadar borçlandıracağına karar veriyor. Sonra da bana habire borç ödemek düşüyor. Buna kısaca kölelik düzeni diyebiliriz. Çünkü birileri “devlet” kisvesi altında sürekli benim adıma borç alıyor ve bana sürekli borç ödemesi düşüyor. O halde ben de çıkıp (bu borçları reddetme adına) desem ki “bu devlet benim devletim değil”, bu şekilde en doğru işi yapmış olmaz mıyım? Çünkü siz, yaptığınız ’BDPS zulmüne’ devlet mefhumunu alet ediyorsunuz. Ortaya öyle bir “devlet” çıkarıyorsunuz ki bu “devlet” paranın sahibi değil, ne kadar para üretileceğine karar veren değil ama kendi adına beni ferden sürekli borçlandırıyor! Adeta, BDPS hapishanesinin gardiyanlığını yapıyor. O halde “devletin ne kadar borçlanacağına kim karar veriyor?” sorusu, cevaplandırılması gereken en acil sorudur. Yoksa zihinlerdeki “devlet” her dem nefret (borç) biriktirmektedir. Bu böyle gitmez.
Neticede, tekrar ediyorum. Bu üç meselenin cevabını bulmak için yapacağınız irdelemeler zihninizde bir köle düzeni olan BDPS KRS zulmünü yıkmalı ve yeni paradigmaya genişçe bir yer açmalıdır.
Kullandığımız para kimindir?
Ülkemizde ne kadar para üretileceğine kim karar veriyor?
Devletin ne kadar borç alacağına kim karar veriyor?
Bu kısa irdelememizin sonunda sizi önemli bir meydan okuma ile başbaşa bırakıyorum.
Haydi bakalım, bu soruların cevaplarını bulmaya cesaretiniz var mı?
Vesselam
Prof. Dr. Mete Gündoğan
Bir yanıt bırakın