İran İzlenimlerim

13-16 Mart 2017

2016 yılı yaz başlangıcındaydık. Tanımadığım bir numaradan aradılar. Arayan kişi, İranlı bir film yapımcısının benimle röportaj yapmak istediğini ve bunun mümkün olup olmadığını sordu. Konuyu sorduğumda, ‘Erbakan Hocanın kurduğu Havuz Sistemini merak ediyorlar’ dedi. Ben de Ankara’da olduğumu ve gelirlerse uygun bir zaman bulup görüşebileceğimizi söyledim.

Bu telefon görüşmeleri epey sürdü. Karşılıklı iptaller oldu. Buluşmamızı birkaç kez ertelemek zorunda kaldık. Ancak sonunda, Mohsen Hadi isminde bir film yapımcısı bir kameraman/teknik eleman ile birlikte Fakültedeki odama geldiler. Sohbete başladık. Kendilerine anlatırken, isterlerse bir sınıfta tahtaya çizerek konuyu anlatabileceğimi söyledim. Bir sınıf tespit ettik ve yaklaşık 45 dakikada konuyu özetledim. Oldukça dikkatlerini çekmişti. Şaşırmışlar ve birçok soru sormuşlardı.

Erbakan Hoca ve Havuz Sistemi anlatımım bittiğinde, Mohsen beye şunu söyledim. Reel ekonomi zihniyeti ile yapılan icraatlar, mevcut sistem içerisinde ve ideallerimiz doğrultusunda en uygun olanı bulmaktan ibaretti. O zamandan bu yana, benim üzerinde yoğunlaştığım en önemli konu para-kredi sisteminin reel analizidir. Bu çalışmalarım neticesinde, mevcut Borca Dayalı Para Sistemi’nin (BDPS) lağvedilmesi ve yerine Taban Ekonomisi Sistemi’nin yerleştirilmesi gerektiğine inanıyorum. İsterseniz size onu anlatabilirim.

Mohsen Bey, bu yeni konuları da dinlemek isteyince, bir buçuk saat kadar da BDPS çerçevesini anlattım. Heyecanla dinleyip sorular sordu. Kendisi Sosyoloji okumuş ve bu konuda doktora çalışması yapmayı düşünen biri. Sorduğu sorulardan, anlattıklarımın doğrudan sosyal yapıya yansımasını sorguladığı belli oluyordu. Epey meraklıydı ve benim anlatımıma zaman zaman sosyolojik açıdan katkıda bulunmaya başlamıştı. Anlatımım bir müddet sonra karşılıklı müzakereye dönüştü.

Görüşmemizin sonunda birbirimizden çok memnun olarak ayrılmıştık. Ondan sonra bir daha görüşmedik. Ben kendilerinden bir haber de almadım.


Röportajdan yaklaşık altı yedi ay sonra, Mart ayı başında, Mohsen Bey ile karşılıklı yazıştık. Bana filmin bittiğini, 14 Mart Salı günü Tahran’da Tasnim Haber Ajansının genel merkezinde tanıtımının yapılacağını ve programa katılıp katılamayacağımı sordu. Karşılıklı birkaç yazışmadan sonra katılmam gerektiğine inandım ve programımı ona göre ayarladım.

Tahran’da anladım ki Mohsen Bey, sadece bir program yapımcısı değil aynı zamanda iyi bir sosyolog ve iyi bir araştırmacı. Sanatçı bir kişiliği de var. Olaylara çok farklı açılardan bakabiliyor. Standartların dışında bir yapımcı. Programı yapmak için toplamda 350 saat Erbakan Hocanın videolarını dinlemiş. Çok sayıda basılı yayınları taramış. Hoca ile ilgili olarak yazılmış hemen hemen bütün kitapları okumuş. Azeri kökenli olduğu için Türkçe okuma, dinleme ve yazmada zorlanmıyor.


Biletler gelince, ne yalan söyleyeyim, biraz aklım karıştı. Farklı farklı hava yolları ve limanları ile sanki bir sorun varmış gibi bir izlenim edinmiştim. Ancak hiçbir zaman endişelerimi ya da sıkıntılarımı dile getirmedim. Tahran’a gidince anladım ki Nevruz şenlikleri başlamış ve uçaklar oldukça yoğunmuş. Bilet bulmada epey zorlanmışlar. Karmaşa bundan kaynaklanıyormuş.

İran’da hem miladi hem de güneş takvimi kullanılıyor. Güneş takvimine göre yeni yıla, 1384. yıla giriyorlar. Her yılın bir adı var. Yeni girilen yıl da horoz yılı. Çıkan yıl maymun yılıymış.

Tahran’a giderken, dokümanter filmin sadece fragmanını izlememiştim. Güzel ve farklı bir tarzı vardı. Başka hiçbir detay bilgiye sahip değildim. Türkiye’den sadece ben davetli idim. Dolayısıyla, ne olup bittiğini müzakere edebileceğim başka birisi yoktu.

13-14 Mart 2017, Pazartesi-Salı

Tahran’a ikinci kez gidiyordum. İlkinde Erbakan Hocamla birlikteydik. Kaderin cilvesidir ki ikincisinde de birlikteyiz! Çünkü bu sefer hocamın hatıratı için gidiyordum.

Saat 21.10’da Ankara’dan İstanbul’a uçtum. Oradan da gece yarısı Saat 00.30’da Tahran’a uçtum. Uçağımız 04.15 gibi Tahran uluslararası havaalanına iniş yaptı. Uçakta başı açık olan bayanların tamamı bir şekilde başlarını örttüler. Gümrük pasaport kontrolde biraz yoğunluk vardı ama herhangi bir olumsuzluk yoktu. İşlemlerimi bitirip çıkışa geldiğimde Mohsen Beyi aradım. Yolda olduğunu ve 15 dk içinde ulaşacağını söyledi. Tabi bu zaman zarfında birçok taksici yanıma gelip araç ihtiyacımın olup olmadığını sordu. Neredeyse tamamı Türkçe anlıyor ve konuşabiliyordu. Arkadaşım gelecek deyince, ‘yoldaş geliyoor!’ diye karşılık veriyorlardı. Biraz konuşunca da güler yüzlü davranıyor ve sıkmıyorlardı.

Mohsen bey ile kısa zamanda buluştuk. Tahran’da Avrupa’daki UBER sistemine benzer bir sistem varmış. Oradan bir taksi çağırarak gelmiş. Normal ticari taksilerden daha ucuza çalışıyorlarmış. Havaalanı şehir merkezinden epeyce uzakta olduğu için program ile ilgili ilk konuşmalarımızı da yolda yapma fırsatı bulduk. Bu arada, filmin sponsorluğunu yapan kurumdan Hasan Şabani bey telefonla arayarak hoş geldin dedi ve karşılamaya gelemediği için özürlerini beyan etti. Benim için hoş bir jest oldu.

Sabahın erken saatinde, kalacağım Persia Oteline ulaştık. Mohsen bey biraz dinlenmem için ayrıldı. Ben de kahvaltı yaptıktan sonra odama dinlenmeye çekildim. Oldukça yorgundum. Hemen uyumuşum.

Birkaç saatlik dinlenmeden sonra, Mohsen Bey geldi. Birlikte küçük bir Tahran turu yaptık. Nüfusu 15 milyonluk bir metropol. Trafik oldukça karışık. Herkes her yerden gitmeye çalışıyor. Arabalar, insanlar iç içe. Sanırım karışıklık biraz altyapı yetersizliğinden biraz da insanların yaklaşımlarından kaynaklanıyor. Halbuki, binalar henüz çok yüksek değil. Yeni de değil. Yıkılıp ana yollar açılabilir. Yani, iyi bir trafik mühendisliği ile mevcut yoğunluk en az üçte bir azaltılabilir gibi gözüküyor.

Programın yapılacağı yere geçmeden önce İslam İnkilabı Kültür Merkezi Başkanı Hasan Şabani bey de bize katıldı. Türkiye’de 2011-2013 yıllarında İran Kültür Ataşesi olarak görev yapmış hoş sohbet bir kişiliğe sahip. Akıcı Türkçesi, her iki ülkeyi iyi tanıyan bilgi birikimi ve esprileri ile yanında hiç sıkılmadan vakit geçirebilirsiniz. Hasan Bey, bürokratlığı bırakıp mollalığa geçmiş. Dini ilimlerde derinleşmeye çalışıyor. Her zaman olmasa da molla kıyafeti ile dolaşıyor. Önce biraz yadırgadım ama sonra benim için iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Hasan bey benim tanıdığım ilk molla idi. Bu açıdan da seyahatimiz boyunca soru bombardımanım altında kaldı. Hepsine de objektif olarak cevap vermeye çalıştı. Bazı sorularım kendisine kaba gelmiş olabilir ama bana bir şey hissettirmedi. Gayet kibar ve makul cevaplar verdi.

Hep birlikte Tesnim Haber Ajansı Genel Merkezine geçtik. Ağırlıkla üniversiteden, bürokrasiden, aydınlardan olmak üzere çok değişik kurumlardan katılım vardı. Türkiye’de 2011-2015 yılları arasında İran Büyük Elçisi olarak görev yapmış Ali Rıza Bigdeli de bunların arasındaydı.

Önce filmi hep birlikte izledik. Yaklaşık 45 dakikalık bir film. Film sonunda, çeşitli katılımcılar konuşma yaptı. Sn. Büyükelçi Bigdeli’nin konuşması takdire şayan bir konuşma idi. Gerçekten çok güzel hazırlanmış analitik bir metindi. Konuşmayı dinlediğimde çok memnun oldum. Tabi, diğer konuşmalar da çok güzel konuşmalardı.

Film, benim için de farklı bir bakış açısını yansıttığı için oldukça ilginçti. Mohsen Hadi, Erbakan Hoca’nın faize karşı yaptığı mücadeleyi ana tema olarak seçmişti. Dolayısıyla, Türkiye’de bizim tahmin edebileceğimiz bir çerçeveden çok farklı bir film olmuştu. Ancak bu, çok isabetli bir yaklaşımdı. Ben de konuşmamda, bu yaklaşımlarından dolayı takdirlerimi ifade ettim. Kısa bir film değerlendirmesi yaptıktan sonra, ağırlık olarak mevcut ekonomi ve para-kredi sistemi üzerinde konuştum. Konuşmalardan sonra plaket olarak filmin birer kopyası bizlere ve katılımcılara takdim edildi. Filmi izleyeceğinizi umarak çok daha fazla detaya girmiyorum. Konuşması sırasında, Mohsen Hadi’nin birkaç cümlesini aktararak bu kısmı sonlandırayım. Mohsen Bey, benimle Ankara’da yaptığı röportajdan sonra filmin kurgusunu değiştirdiğini ifade etti. Faize karşı yapılan mücadeleyi ana eksene oturttuğunu söyledi.

Borca Dayalı Para Sistemi ile ilgili olarak anlatılanlardan çok etkilendiğini ve bu konuda da ayrı bir dokümanter film yapmayı düşündüğünden bahsetti. Sanırım bu konularla ilgili olarak altyapı çalışmalarına başlamıştı bile. Çünkü konuşmalarından dünyada birçok farklı yaklaşımları okuyup izlemeye başladığını anladım.

Programdan sonra, bir stratejik araştırma enstitüsü ve aynı zamanda bir doktriner analiz merkezi olan, Andişkade Yakin Enstitüsü’nde Dr. Hasan Abbasi’yi ziyaret ettik. Dr. Abbasi, çok zeki ve çalışkan bir stratejist ve akademisyen. Etrafında oldukça kalabalık bir genç topluluğu var. Anladığım kadarıyla Ruhani Lider Ayetullah Ali Hamaney’e de yakın duran biri. Şu sıralarda, faize karşı açık bir savaş başlatmış durumda. Bu savaşını sokaklarda ve medya üzerinden yürütüyor, tartışıyor, anlatıyor. Bize yaklaşık bir saatlik bir takdim yaptı. Faize karşı savaş ile ilgili kısa bir film de gösterdi. Filmde kendisi gençlerle birlikte sokaklarda halkı faize karşı aydınlatıyor. Dr. Abbasi’nin mevcut ekonomik sisteme karşı net bir duruşu var. Merkez bankasının özelleştirilmesine ise kesinlikle karşı. Hatta, boynundaki künyeyi göstererek, ‘ben künyemi daha çıkarmadım. Gerekirse bu sefer faizcilere karşı savaşırım’ diyor. Bunu televizyondan da aynı şekilde ifade etmiş. Bize klipini de gösterdi. Dr. Abbasi’nin takdiminden sonra, oldukça verimli bir müzakere yaptık. Kendisi, Tahran’a tekrar davet ederek daha uzun kalıp konuları birlikte müzakere etmemiz gerektiğini ifade etti. İlgi ve alakası karşısında çok mahcup ve memnun olduk.

İlginçtir, İran’da önemli bir kesim kendisini Neo-Keynesyen olarak tanımlıyor, küresel finans kapitale eklemlenme yolunda önemli adımlar atılması için kamuoyu oluşturuyor ve bir nevi baskı tesis etmeye çalışıyor. Sanki mevcut ekonomik sorunların müsebbibi mollalarmış gibi örtülü bir hava oluşturuyorlar. Mollalar ise, faize kesinlikle karşılar ama yerine ne konulması gerektiği konusunda dört başı mamur bir program öne sürebilmiş değiller. Pratik ekonomik sistemi de anlamış gibi görünmüyorlar. Benim görebildiğim kadarıyla kendini modernist olarak tanımlayanlar, alternatif ekonomik sistemlere kapalılar. Küresel finans kapitalin 2008 yılından bu yana yaşadığı sıkıntılardan habersizmiş gibi duruyorlar. Kurtuluşu, Batı’nın ekonomik reçetelerinin İran’a uyarlanmasında arıyorlar. Mollalar ise alternatif sistemlere daha açıklar. Daha farklı düşünebiliyorlar. Faize kesin karşı oldukları için de faizsiz her alternatifi dinleyip araştırıyorlar. Ancak, mevcut sistemi tanımadıkları gibi, nereden başlayacakları ve nasıl bir yol izleyecekleri hususunda da net bir görüşleri yok. Bu durumda şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Mollalar bu arayışla, ikinci bir devrimi zihinlerde yapıp yepyeni bir sistem kurulmasına vesile olabilirler. Bunun için gayet müsaitler. Ancak kendilerini modernist olarak gören ve kurtuluşu Batı reçetelerinde arayanlar ise oldukça bağnazlar. Çok ilginç değil mi? Biz Türkiye’den bakınca, bunun tam tersini düşünürüz!

Enstitüdeki sohbetimizin tadı damağımızda kaldı. Çünkü Tebriz uçağına yetişmek için vakitlice ayrılmak zorunda kaldık. Bu arada tabi sürekli imkân buldukça Hasan beyle konuşuyor ve İran hakkında, sistem hakkında bilgi alıyordum. Bir ara Türkiye’de 1981 yılında üniversiteden hatırladığım bir arkadaşımın ismini ifade ettim. Sevdiğim ve çok efendi bir arkadaşımdı. Tam ismi aklımdaydı. Ama nerede olduğunu bilmiyordum. İsmini farklı bir bağlamda anmıştım. Hasan bey, ‘ben o isimde birini tanıyorum. Türkiye’de İzmir’de okudu. Bir araştırayım bakayım’ dedi. Ahmed ile 35 yıldır görüşmemiştik. Hasan Bey ise Ahmed ile birlikte hac yapmıştı. İsmi oradan hatırladı.

Tebriz uçağımız biraz rötar ile kalktı. Bir saat içerisinde Tebriz’e ulaştık. Havaalanından, şehir merkezindeki Uluslararası Tebriz Hotele geçtik. Gayet temiz, düzenli ve güzel bir oteldi. Hasan Bey Tebriz’de yaşadığı için beni otele bırakıp evine gitti.

15 Mart Çarşamba

Tahran Tebriz arası yaklaşık 630 km. Tahran biraz çukurda kalmasına karşın, Tebriz verimli ve havası güzel bir hat üzerinde kurulmuş. Şehir daha sakin ve huzurlu. Gecenin bir yarısında, şehrin ortasında evine giden bir iki genç hanım görmeniz mümkün. Güven içerisinde yürüyorlar. Şehirde, sokaklarda dolaşan dilenci görmek ise mümkün değil. Sivil Toplum Kuruluşları el birliği ile ihtiyacı olanlara yardım ulaştırıyormuş. Dilenmelerine ihtiyaç kalmıyormuş. Bana oldukça ilginç geldi. Tabi dilenciliği meslek edinenler galiba Tebriz’de ikamet etmek istemezler!

Sabah kahvaltısından sonra Hasan Bey beni otelden almaya geldi. Birlikte Aras Serbest Ticaret Bölgesi başkanı Müh. Mohsen Bey ile görüşmeye gittik. Yanımızda, Aras eski mali müşavirlerinden Muhammedi Bey de vardı. Çok verimli bir görüşme yaptık. Kendilerine bazı tavsiyelerim ve birçok sorular çerçevesinde müzakerelerimiz oldu. Mohsen Bey, Dünyayı gezmiş görmüş çok tecrübeli bir insan. Serbest Bölgeyi gezip görmemiz için ısrarla davet etti. Umarım tekrar gidip görüşmek için yeterli vaktimiz olur.

Tabi bu arada, Hasan Şabani bey çok müjdeli bir haber verdi. 35 yıl önce tanıdığım ve üniversiteden sonra hiç görüşmediğim arkadaşım Ahmed’i bulmuş ve benim bir fotoğrafımı kendisine göndermiş. Ahmed de hemen tanımış ve heyecanla görüşmek istemiş. Bizim Tebriz’de olduğumuzu ve ertesi günü İstanbul’a döneceğimizi öğrenince, kendisi Tahran’dan Tebriz’e geleceğini söylemiş. Telefonla kısa bir görüşme yaptık. Çok mutlu olmuştum.

Müh. Mohsen Beyle görüşmeden sonra, iki yerel gazete sahibi Mehdi beyle birlikte Tebriz Mavi Cami’ye gittik. Kara Koyunlular döneminden kalma olan Mavi Cami, Cihan Şah tarafından yaptırılmış. 1779’da meydana gelen depremde çok hasar görmüş. Cami, 1975 yılına kadar Rıza Memaran adlı usta tarafından yeniden inşa edilmiş. Ancak hala yapılması gereken çok iş var.

Caminin hemen yanındaki Azerbaycan Müzesini de gezdik. Gezmeye değer bir müzeydi. Bizi Tebriz’in geçmişine götürdü ve bugünkü kapıdan çıkardı.

Daha sonra şehrin merkezinde eski bir hamam olan bir restorana gittik. Yerel yemekleri tercih ettik. Oldukça lezzetliydi. Ortam da güzeldi. Ancak şunu söylemem gerekir ki muhteşem İran mutfağını restoranlarda görmeniz mümkün değil. Restorancılık çok gerilerde kalmış. Halbuki ilk gelişmesi gereken sektörlerden biri. Çünkü potansiyeli çok yüksek.

Yemekten sonra, Tebriz İslam İnkilabı Kültür Merkezine konferans için geçtik. Kayda aldıkları uzunca bir konferans verdim. Yine çok elit bir zümre vardı. Profesörler, işadamları, aydınlar, halk ve mollalar. Ortodoks Ekonomi, Borca Dayalı Para Sistemi ve yeni yaklaşımlar çerçevesinde üç saatten fazla bir sohbet yaptık. Kayda aldılar ve oldukça ilgili idiler. Daha uzun sürecek bir şekilde tekrar gelip bu konuları müzakere etmeyi teklif ettiler. Hani bir laf vardır, marifet iltifata tabidir diye. Doğrusu İran’da bu kadar ilgi ve alaka beklemiyordum. İltifatlar beni ikinci bir sefer için cezbetmiş durumdadır. Nasıl ve ne zaman gerçekleşir bilemiyorum. Ama, bu yaz için bir seyahat programı fırsatı araştıracağım.

Konferanstan sonra akşam vakti birkaç genç ile birlikte bir kafeye gidip çay içtik Akabinde de beni otele bıraktılar. Oldukça yorgun ama bir o kadar da mutluydum.

16 Mart, Perşembe

Sabah kalktığımda heyecanlıydım. Bugün Ahmed, sadece beni görmek için Tahran’dan günü birlik geliyordu. Odada hazır bir şekilde telefonla ‘biz geldik, aşağıdayız’ mesajını bekliyordum. Beklerken dalmışım ki telefon çalınca hemen irkilerek kalktım. Hasan ve Ahmed beyler aşağıdaydılar. Hemen yanlarına indim. Ahmed’le bir musafaha yapıp kucaklaştık. Çok duygulandım. Dokunsalar ağlayacak gibiydim. Bir müddet konuşamadım. Sonra bir konuşmaya başladık, uçağa gidinceye kadar da susmadık. Eski anılar, karşılıklı fikir alışverişi, espriler, sorular, hayat hikayelerimiz… ne varsa birbirimize anlattık. Ahmed, Zagros Madencilik Grubunun başında başarılı bir yönetici olmuştu. İki yetişkin çocuk sahibiydi.

Birlikte kahvaltıdan sonra Tebriz’i bir kuş bakışı görmek için Aynalı Dağın tepesine Almanların inşa ettiği teleferiğe gittik. Dağın tepesinde bir çay içip etrafı seyrettik. Tebriz genişlemeye çok müsait bir şehir ve havası da manzarası da çok güzel. Zaten manası ateş düşüren imiş. Temiz havası, yüksek ateşli olan hastalara iyi geliyormuş.

Sonra, bizdeki peri bacaları gibi bacaların ve mağara oyuklarının bulunduğu 50 km uzaklıkta bir turistik bölge olan Kendovan’a gittik. Havada kar vardı ama güzelliği örtememişti. Restorana çevrilmiş bir mağarada öğle yemeğimizi yedik. Yemekte, yerel bir tat olan ‘dizi yemeğini’ aldık. Çok lezzetliydi. Hoş bir turdan sonra Kendovan’dan doğruca havaalanına yöneldik. Hasan ve Ahmed beylerle ısmarlaşıp uçağa geçtim. Uçak 18:40’da Tebriz’den ayrıldı. İstanbul’a vardığımızda saat 21:30 civarındaydı. 23:00 Uçağıyla da Ankara’ya geçtim. Gece yarım gibi eve varmıştım.

Rüzgar gibi geçti derler ya. İşte öyle bir İran seyahatim oldu. Seyahatim boyunca Hasan Şabani beyle birlikte olduk. Kendisi ile çok konuştuk ve kendisinden çok şeyler öğrendim. Siyasi yapı, devlet ve hükümet farkı, kültürel yaklaşımlar, imamet-hilafet meseleleri ve daha niceleri. Kısacık müzakereler sonunda şu kanaate vardım. Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler daha da yaygınlaştırılıp derinleştirilmelidir. İnsanlar birbirlerini tanıdıkça, dinledikçe düşmanlıkların yerini dostluklar alacaktır.

Eğer tarihin derinliklerine inip ihtilaflı konularımızı gündeme getirirsek, düşmanlık yapmak için her iki taraf da kendince haklı gerekçeler bulabilir. Ama önümüze bakıp yaklaşmakta olan tehlikeleri müzakere ettiğimizde, her iki taraf da birlikte hareket etmek için birçok haklı gerekçeler bulabilir. Bu neredeyse bir tercih meselesi haline dönüşmüştür. Zamanında Erbakan Hocam, bu tercihleri ortaya koyarak D8 Hareketini başlatmıştı. Şimdilerde, bu birlik ve beraberliğe ne kadar ihtiyacımız olduğunu açıkça görmekteyiz. Sürekli dikiz aynasına bakarak yol almamız mümkün değildir.

Barış her zaman daha hayırlıdır.

Son olarak şunu ifade edeyim. Bazı tespit ve düşüncelerimde yanılıyor olabilir miyim?

Elbette. Ne demişler, ‘şaşar beşer, şaşmaz Beşîr’. Ancak yanılmadığımı düşündüğüm nokta, ilişkilerimizi zenginleştirip derinleştirmemiz gerektiği noktasıdır. Birbirimizi daha iyi tanımamız gerektiği noktasıdır. Çünkü cehalet, insanı ya ifrada ya da tefride sürükler.

Kısa bir gezi ile edindiğim izlenimlerim bunlardır. Sürç-ü lisan ettiysem affola.

Selam sevgi ve saygılarımla.

Prof. Dr. Mete Gündoğan

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.