Ülkemizde birçok şeyi konuşuyoruz ancak konuştuklarımızın ekonomik yansımalarını pek de dikkate almıyoruz.
Bizler politik sorunlarımızı halledince ekonomisi de kendiliğinden halledilir zannediyoruz galiba! Hâlbuki en önemli kısım her işin öncelikle ekonomisini halletmektir.
Devlet yönetim sistemimizi değiştirdik.
- Peki, ya ekonomik yansımaları?
- Burada da çok büyük değişiklikler gerekmiyor mu?
Bunların ne kadar önemli olduğunu karşılaştırmalı bir şekilde anlatmaya çalışayım.
Ülkemizde hükümet etme sistemi, 16 Nisan 2017 referandumuyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) olarak kabul edildi ve 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlandı. Bir çeşit başkanlık tipi hükümet sistemi oluşturduk. TBMM’nin yetkileri kısıtlandı ve cumhurbaşkanının yetkileri artırılarak yürütme organının başı oldu. Kararnameler yoluyla yasama yetkisini de kısmen kullanabiliyor. Bu sistemde cumhurbaşkanı partili olabiliyor ve bakanlar meclis dışından atanabiliyor.
CHS öncesi işlerin nasıl yürüdüğünü özetle hatırlayalım.
Partiler genel oylamaya girip Meclis için adaylarını milletvekili seçtiriyorlardı. Milletvekili sayıları belli olduktan sonra cumhurbaşkanı, hükümeti kurabilecek olan bir milletvekiline hükümet kurma yetkisi veriyordu. Bu yetki genellikle en büyük partinin genel başkanlarına veriliyordu. Yetkilendirilen genel başkan tek başına hükümeti kurabiliyorsa bakanlar kurulunu belirleyip Meclis’ten güvenoyu alıyor ve işe başlıyordu. Güvenoyu almaya kendi milletvekili sayısı yeterli olmazsa, koalisyon hükümeti oluşturmak için diğer partilerle veya milletvekilleriyle pazarlıklara başlıyordu.
İşte o pazarlıklarda kim nereyi alacak konusu en ince detayına kadar görüşülüyordu. Bazen kurumlara kadar paylaşımlar yapılıyordu.
Anlaşma sağlanırsa bir hükümet protokolü oluşturuluyor ve kamuoyuna ilan ediliyordu. O protokole göre de hükümet kuruluyor, güvenoyu alıp çalışmalara başlıyordu. Dolayısıyla partilerin bir araya gelme gerekçelerini o hükümet protokolü oluşturmuş oluyordu. Bu protokoller sayesinde birbirlerine zıt görüşlü iki parti bile bir araya gelebiliyor ve tabanlarına bunu izah edebiliyorlardı. Birlikteliğin gerekçesi, hükümet protokolü idi. Eğer protokole aykırı bir davranış olursa, partiler koalisyondan çekiliyor ve hükümet de düşmüş oluyordu.
Ülkemizde, koalisyon dönemlerinde birçok olumsuz işler görüldü.
Temsilde adalet sağlansa da yönetimde istikrar sağlanamadı. Otorite boşlukları oluştu. Toplumda ve kamuda kamplaşmalar oldu. Gerekli yatırımlara yeterli harcamalar yapılamadı. Refahın hem üretimi hem de bölüşümü sorun haline geldi. Bırakın ülkenin ileri gitmesini yerinde bile sayamadı. Geri gitti. Tabi daha söylenecek birçok olumsuz yönleri de vardı.
Olumlu yönleri yok muydu?
Elbette vardı. Öncelikle temsilde daha iyi adalet sağlanıyordu. Farklı partilerin oluşu, hükümetin içinde bir çeşit oto kontrol oluşturuyordu. Bakanların Meclis’ten olması onları halka karşı daha sorumlu davranmaya zorluyordu. Lakin halkın zihninde koalisyonlar döneminin olumsuzlukları, olumlu yanlarından çok daha ağır basıyordu. Haksız da değillerdi. Yaşanan rezaletler haddi aşmıştı.
Tüm bu olumsuzlukları aşmak için CHS’ne geçtik.
Cumhurbaşkanı yüzde 50+1 oyla seçiliyor ve her şeyi o yapıyor. Bakanları o atıyor. Dışarıdan atanan bakanlar kendisine bir nevi bürokrat gibi hizmet ediyorlar. Bakanlar, geldikleri gibi bir atamayla da gidiyorlar. Bütün ekonomi yönetimi cumhurbaşkanının sorumluluğunda. Bütün kararları o veriyor. Yetki de onun sorumluluk da onun. Her şey onun.
Peki, denetim?
Denetim kısmı rayına tam olarak oturtulabilmiş değil. En büyük denetim beş yılda bir yapılan seçimler. Ama çağımız cesaret ve hız çağı. Cesur ve hızlı bir cumhurbaşkanı beş yılda neler yapar neler Denetim konusunu muhalefet gündeme çok getirdi ama iktidarın gündemine sokamadı. Bunlar zamanla ortaya çıkan ve bir düzene konulması gereken eksiklikler. Son sıralarda bir eksiklik daha ortaya çıktı. Ülkemizde hiçbir parti veya kimse tek başına yüzde 50+1 oy alacak durumda değil. Doğal olarak ittifaklar konuşuluyor. Ancak bunların ekonomik yansımaları konuşulmuyor.
Kimlerle ittifak olacak, nasıl çalışacak, garantileri neler, ittifak bozulursa ne olur?
Bunlar şimdi ciddi birer sorun olarak karşımızda duruyor.
Şu andaki siyasi konjonktür, seçimlere girerken bütün partileri bir ittifaka zorluyor.
Tamam, diyelim ki bir ittifaka dâhil oldunuz. Karşılığında ne alacaksınız?
Şu kadar milletvekili.
Peki, sorumluluğunuz ne olacak?
Hiç !!
Siz, alacağınız milletvekili sayısı ile beş yıl boyunca avunurken, sayenizde seçilen cumhurbaşkanı beş yıl boyunca bütün ekonomiyi yönetecek. Beş yıl boyunca yaklaşık 8 trilyon liralık bir bütçeyi yönetme yetkisi veriyorsunuz. Eski parayla ifade edersek 8 kentrilyon lirayı yönetme yetkisi. Dikkat edin, katrilyon değil kentrilyon diyorum. Yani 8 bin katrilyon lira. Artı milyarlarca dolarlık borçlar ve borçlanma yetkisi. Artı Türkiye Varlık Fonu’nun sahipliği. Ve daha neler neler.
Neticede, ittifakla seçtirdiğiniz birinin yaptıklarının sorumluluğu bana ait değil mi diyeceksiniz?
Hadi canım siz de. Size kim inanır böyle bir durumda. İşte burada enteresan bir garabet var. Bunun bir şekilde halledilmesi gerekiyor. En önemlisi de kapalı kapılar ardında değil kamuya açık olarak halledilmesi gerekiyor. İttifak üyelerinin yürütme ile ilişkilendirilmesi gerekiyor. İster denetleme açısından isterse de icra açısından bir sorumluluklarının olması gerekiyor. Kısacası, temsilde adalet olacak. Yönetimde istikrar da olacak. Ama yönetimde istikrara bakmadan önce yönetimin var olup olmamasına bakmak gerekir. Yönetimi var olduran ise sizin ittifakınız!
Bunun, kamuoyunda şeffaf bir karşılığı ve sorumluluğu olması gerekmiyor mu?
Bugün CHS’nin önüne çıkan en çetin soru budur.
İyi bir cevap, bütün sistemi ve ekonomiyi rahatlatır.
Prof. Dr. Mete Gündoğan
Bir yanıt bırakın