Kurgu asıldır ve her şey aslına döner !!

İktisat Hareketi kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Mete Gündoğan; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yönetim Kurulu Üyelerini İstanbul Dolmabahçe Sarayı’ndaki Çalışma Ofisi’nde kabul ettiğinde yaptığı konuşmada dikkatlerimizi çeken; “sıçrama ve reform” kelimelerini farklı bir paradigma ile Independent Türkçe’ye değerlendirdi..
_____________________________________

EKONOMİDE REFORM ve SIÇRAMA

Geçtiğimiz cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yönetim Kurulu Üyelerini İstanbul Dolmabahçe Sarayı’ndaki Çalışma Ofisi’nde kabul etti.

Onlara hitaben yaptığı konuşma Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde mevcut. Oradan birkaç konuyu aktarayım.

Öncelikle, Türkiye olarak ticaret diplomasisi alanında yeni bir sıçramaya ihtiyaç duyulduğunu bildirdi. Bu bildirimini de ihracat temelli olarak detaylandırdı. Detaylar, “daha fazla nasıl ihracat yapabiliriz” sorusuna cevap arar nitelikteydi. Sonra, Türkiye’nin yatırımcı çekmek için gerekenleri yapacağını ifade etti. Özellikle de yüksek teknoloji sektörüne vurgu yaptı. Bu vurgu zımnen, Türkiye’nin son sıralardaki savunma sanayi konusundaki başarılarına işaret ediyordu. Onun devamını istiyordu. Akabinde, ülkemizin borçlanma maliyetlerinin düşeceğini ümit ettiğini ifade etti. Tabi borçlanma maliyetleri demek faiz demektir. Bu konuda da Erdoğan şunları ifade etti;

Asıl iş faizi düşürmek suretiyle enflasyonu aşağıya çekmektir. Bunun bir numaralı enflasyonla mücadelede altyapısını faiz oluşturuyor. Faiz, enflasyonla doğru orantılıdır, ne kadar aşağıya çekerseniz o da aşağıya gelir, çünkü biz bunu yaşadık.

Son olarak da milli muhasebe hesaplarından bahsetti ve 2020 yılı bütçe açığının beklenenin altında gerçekleştiğini ifade ederek ümitvar bir tablo ortaya koymaya çalıştı. Hükümetin ekonomide yapacağı reformu önümüzdeki günlerde açıklayacağını da söyledi.

Şimdi, bu konuşmada iki kelimeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Birincisi “sıçrama” ikincisi de “reform” kelimeleridir.

Bu her iki kelime de değersayım (paradigma) değiştirme ihtiyacını gösterir. Değersayım değiştirme ihtiyacı, artık geleneksel gidişatın felç olduğu durumlarda ortaya çıkar.

Sıçrama, hızlanmayı veya şahlanmayı değil kökten bir dönüşümü ifade eder. Örneğin koşarken bir süreliğine hızlanmayı değil uçmayı ifade eder. Koşmak başka bir şey, uçmak ise bambaşka bir şeydir. Sistem veya mekanizma komple değişmiştir. Bütün ilişkiler yeniden tanımlanmıştır.

Reform kelimesi de benzer çağrışımları yapar. Bir form vardır. Buna bir kurgu da diyebiliriz. Reform yapmak bu kurguyu değiştirmek demektir. Yeni bir kurgu ortaya koymak demektir.

Kısacası, reform yaparak bir sıçrama gerçekleştirmek demek yepyeni bir kurgu ile bütün üretim-tüketim ilişkilerini yeniden tanımlamak demektir. Nedensellik ilişkilerini yeniden kurgulamak demektir. İşte biz buna değersayım değişimi diyoruz. Her değersayım değişimi bir devrimi ifade eder.

Peki, konuşmanın bütününde ve yapılan ilgili eylemlerin nedensellik ilişkilerinde bunu görebiliyor muyuz?

Hayır. Maalesef göremiyoruz.
Önce mevcut genel kurguyu hatırlatalım. Piyasada var olan mal ve hizmetlerin devinimi ile paranın dolaşımı arasındaki ilişki şu şekilde kurgulanmıştır.

Parayı üreten yer Merkez Bankası’dır.

Merkez Bankası, sahip olduğu rezervlere dayalı olarak Türk Lirası’nı üretir ve finans kurumlarına borç olarak verir. Finans kurumları genel olarak bankalardır. Bankalar, merkez bankasından aldıkları borcu piyasadaki üreticilere borç olarak aktarırlar. Aynı zamanda istedikleri gibi “kredi” adı altında para yaratarak tüketicilere defalarca yani kat be kat borç olarak verirler. Tabi burada bankaların merkez bankasından aldıkları borcun faizi her zaman piyasaya verdikleri borcun faizinden düşüktür. Zaten kurguya göre böyle olmalıdır ki piyasada para dönebilsin. Aksi takdirde para dönmez!

Peki, mevcut kurguda para nasıl üretilir?

Merkez Bankası, sahip olduğu rezervlere dayalı olarak para üretir. Bu rezervler de günümüzde altın veya ABD dolarıdır. Bunun için de ülkeye dolar girişi elzemdir. Bu da ihracat demektir. İhracatın artırılması bu açıdan oldukça önemlidir. Lakin rezervleri olsa bile merkez bankası istediği kadar para basmaz. Çünkü kendisine verilen görev fiyat istikrarını korumaktır. Yani enflasyonu azdırmamaktır. Enflasyon, döviz ve faiz arasında nitelikli bir ilişki vardır. İşte bu ilişkiye bakarak piyasadaki para miktarına karar vermeye çalışır.

Eğer ihracat yeterli olmazsa, ülkede döviz rezervlerinin artması için borçlanmaya gidilir. Borçlanmada ise borçlanma maliyetleri etkin bir faktördür. Yani faizler etkindir. Bu durumda yine enflasyon, döviz ve faiz arasındaki nitelikli ilişki devreye girer…

Şimdi Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşmadan bu kurgunun da zihinlerde hâlâ geçerli ve saygın olduğunu anlıyoruz. Özetle idare, borçlanma maliyetlerini düşürmeye çalışacak ve ihracaatı artıracak.

İyi ama bu bir sıçrama ve reform” değildir. Kurgu değişmeyecek ve siz mevcut kurgu içerisinde en iyisini yapmaya çalışacaksınız. Ama yapamayacaksınız. Çünkü kurgu asıldır ve her şey aslına döner! Bu durum idarenin kabiliyetsiz veya beceriksiz olduğunu göstermez. Kurgunun gücünü gösterir.  

Rakamlara bakın. Türkiye’nin toplam dış borç stoğu 435 milyar dolardır. Tabi bu rakama özel sektörün borcu da dâhildir. İç borç stoğu ise yaklaşık 144 milyar dolardır. 2021 yılı için hedeflenen vergi geliri ise 141 milyar dolardır.

Ülkemiz vergi gelirleri Bütçe Kanunu içerisinde belirlenir ve mali politikalar ile yönetilir. TBMM’nde müzakere edilir. Ama bu rakamlardan anlıyoruz ki TBMM’nde toplam paranın ancak üçte biri üzerinde hüküm veriliyor. Paranın kalan üçte ikisi üzerinde Meclis’in hiçbir tasarrufu yok. O başka meclislerde yönetiliyor. Kurgu bu ve siz bu kurguyu bilerek ya da bilmeyerek kabul ediyorsunuz. Diğer bir ifade ile; öyle bir şey var ki o şeyin kontrolünün sadece üçte biri sizin elinizde!

Kalanı başkalarının elinde.

Bu durumda o şeyi nasıl kontrol edebilirsiniz? 

Elbette, edemezsiniz.
Bu durumda TBMM’nde yapılan çalışmalar, deftere yazılması planlanan faizin Hükümet’e mi yoksa özel sektöre mi yazılmasına karar verme çalışması olarak tebarüz ediyor. Faizler düşük olunca hanehalkı ve özel sektöre ödetiyorlar. Yüksek olunca da Hazine’ye ödetiyorlar. Çünkü faiz yüksek olunca hem yatırım hem de hane halkı kredi borçlanması duruyor. Bu sebeple de Hükümetler yüksek faizi sevmiyorlar! Neticede bu genel kurguyu değiştirmeden bir “reform ve sıçrama” hikâyesi oluşturmak mümkün değildir.

Bunu değiştirmek de bilgelik ister.
Rutine düşmüş ekipler bu bilgeliği gösteremezler.

Prof. Dr. Mete Gündoğan

_____

Prof. Dr. Mete Gündoğan, bu makaleyi Independent Türkçe için yazdı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.