Ülkemizde ne zaman ekonomik bir büyüme yaşansa halk bunu bir şekilde hissetmiştir. Yani, makro ekonomik göstergelere yansıyan büyüme, halka da yansımıştır.
Bunun tipik bir örneğini 54. Erbakan Hükümeti döneminde gördük. O dönemde büyüme ortalama %8.4 olmuştu. O büyüme ile birlikte ticaretteki canlanma ve halka yansımaları da hatırlayınız.
Her zaman ifade etmişizdir. Ekonomi politikalarının amacı, adil bölüşüm, sürdürülebilir büyüme, halkın refah ve mutluluğunu temin etmektir. Bunu gerçekleştiremeyen büyüme başka bir şeydir. Şimdi bunun ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Herkes farkında ki, iddia edilen mevcut büyüme tuhaf bir büyümedir. Bu büyümenin içeriğine baktığımızda, büyümenin dış ticaretten ve stoka üretimden kaynaklanan bir tarafı olduğunu görüyoruz.
Büyümede ihracatımızın rolü çok önemli.
Ancak şunu da ifade edebiliriz. Ekonomimiz, adeta ithalatla büyüyor! Çünkü yapılan üretimin girdilerine bakarsak, ithal ara malların giderek arttığını görüyoruz. İhracatımızın büyük çoğunluğu bile, ithal girdilerin işlenmesiyle yapılıyor. Ülkemizdeki birçok önemli sektör ithal ettiği ürünlerin pazarlayıcısı haline gelmiş.
Son sıralarda yurt içi talebin de hızla arttığını biliyoruz.
Bu artışı analiz ettiğimizde, karşımıza “sıcak para” çıkıyor. Çünkü talebi sıcak para finanse ediyor. Sıcak para girişini sürekli kılmak için ise döviz düşük, faiz yüksek tutuluyor. Düşük döviz ithalatı daha da cazip hale getiriyor. Bu da dış ticaret açığını ve dolayısıyla cari açığı körüklüyor.
Aslında dalgalı kurun bu durumu kendiliğinden dengeleyeceği zannediliyordu. IMF’nin sabit kur çıpasında yanıldığı gibi dalgalı kurda da yanıldığını anlıyoruz. Gelinen noktada dalgalı kur, acı bir develüasyonun enstrumanı haline getirildi.
Cari açıktaki tehlikeli açılmaya bir önlem bulunamazsa , sıcak para da geçici bir süre için ülkeyi terkedecektir. Böylece TL’den dövize dönüş hızlanacak. Döviz kuru tahminlerin üzerine fırlayacak (acı develüasyon) ve bıçak sırtı dengesi tamamen bozulacaktır.
Makroekonomik göstergelere yansıyan büyüme bizi böyle bir kötü mecraya sokmuş. Peki, bu büyüme istihdam yaratmış mı? Hayır. Reel gelirlerde bir artış olmuş mu? Hayır. Yatırımlarda bir artış olmuş mu? Hayır. Halka yansıyan bir iyilik var mı? Hayır. Dış ticaretimiz fazla mı vermiş? Hayır. Borçlarımızı mı kapatmışız? Hayır. Hep, tam tersi olmuş!
O halde bu nasıl bir büyümedir?
İşte bu büyümeye, iktisat dilinde, “FAKİRLEŞTİREN BÜYÜME” (Immiserizing Growth) denir. Kısacası, ekonomik büyümenin dış ticaret hadlerini bozarak ülkeyi fakirleştirmesidir.
Ekonomik büyümenin, bir ülkenin dış ticaret hadlerini bozması nedeniyle zarara uğratılmasını ilk gözlemleyen iktisatçı Edgeworth’dür (1894). 1958’de Bhagwati yoksullaştıran büyümenin kuramsal temellerini geliştirmiş ve Edgeworth tarafından ortaya atılan, dış ticaretteki artışın dış ticaret hadleri üzerindeki olumsuz etkisini açıkça ortaya koymuştur. Buna göre bir ülkenin ihraç mallarının dış talep fiyat esnekliğinin derecesi burada önem taşır. Çünkü, ihracata dönük büyüme politikaları uygulayan ülkelerde, eğer ihracatlarının dış talep fiyat esnekliği düşükse fakirleştiren büyüme ile karşılaşmaları mümkündür.
İşte bugün ülkemizde yaşadığımız, onca ihracat artış rekorlarına ve makroekonomik büyüme rakamlarına rağmen halka yansıyan birşey olmaması, bu büyümenin “fakirleştiren bir büyüme” olduğunun göstergesidir. İşte bunun için, ne kadar çok çalışırsak o kadar çok fakirleşiyoruz.
Selam ve Saygılarımla
…
Prof. Dr. Mete Gündoğan
Bir yanıt bırakın