İç borç çevirme oranları çok yükseldi.
Yüzde 100’lerin üzerine çıktı. %100’lerin üzerine çıkması, borçlarımızı geri ödeyemediğimizi gösterir.
Borçlarımızı geriye ödeyemediğimizin yanı sıra borçlanma maliyetlerimizin yani faiz ödemelerimizin yükseldiğini de gösterir.
Halbuki %100’ün altında olunca, borçlarımızı bir şekilde geri ödeyebiliyoruz demektir.
Şöyle düşünün. Bizim Mehmet 100 lira borç aldı. Geri ödeme vakti gelince elinde 100 lira var. Onunla da borcunu geri ödedi, bitti.
Borç çevirme diye bir şey yok. Sıfır. Sen sağ ben selamet durumu.
Ama geri ödeme vakti gelince Bizim Mehmet’in elinde sadece 25 lira varsa ne olacak?
Bu durumda 75 lira borç bulup 100’e tamamlayacak ve borcunu geri ödeyecek. Diğer bir ifade ile borcunun %75’ini çevirecek.
Yeni borcu 75 lira olacak.Tabi burada faizlerden bahsetmiyorum. Çünkü rakamların içerisine gömülü.
Borç varsa kesinlikle faiz de var demektir. Sistem böyle.
Şimdi ülkemizin içinde bulunduğu bu durumu biraz anlayabiliriz. Çünkü korona salgınından dolayı oldukça sıkıntılı günler yaşıyoruz. Ekonomi durma noktasına geldi.
Dış borçlarımız malum, her durumda öteliyoruz. Yani çeviriyoruz. Lakin iç borçlarımızın da yüksek oranlarla ötelenmesi yani çevirilmesi oldukça sıkıntılı bir sürecin işaretidir.
Eğer bir sefer bile olsa memur maaşlarını ödeyemezseniz veya devlet rutin ödemelerini bir sefer bile geciktirse, bunun zincirleme etkisi çok yüksek olur.
Hiçbir hükümet böyle bir duruma düşmek istemez. Hele hele seçimler ufukta ise asla istemez.
Onun için de geri ödeme yükümlülüklerinin üzerinde borçlanmaya gidecektir. Yani borçlarını geri çevirecektir.
Nitekim ülkemizde de böyle olmuş ve oluyor. İsterseniz 2003 yılından bu yana borç çevirme oranlarına birlikte bakalım.
Dış borçlarımızdan bağımsız olarak iç borçlarımıza baktığımızda, iç borç çevirme oranlarının 2009 yılında %100’leri geçtiğini görüyoruz.
Yani, 2009’a kadar hükümet iç borçlarının bir kısmını ödeyip büyük bir kısmını ise yine borç alarak öteliyordu.
2009’daki yükselmeyi kısmen küresel finans krizi ile açıklayabiliriz.
Hatta bu rakamlar üzerinden, ülkemizde olan biten birçok şeyi yorumlamak da mümkündür.
Örneğin 2017 yılına kadar iç borçlarımızın bir kısmını bir şekilde ödeyebilmişiz.
2017 yılıyla birlikte ise artık iç borçlarımızı çevirebilmek için iç borç yükümlülüklerimizden çok daha fazla iç borç almak zorunda kaldığımızı görüyoruz.
Burada 15 Temmuz Darbesinin mali faturasının bir kısmını görebiliyoruz.
Ondan sonra iç borç ödemede hiçbir zaman net ödeyici pozisyonuna gelmemişiz.
Hep yükümlülüklerimizden daha fazla borç almak zorunda kalmışız; %125, %98 ve %132.
Lakin biz kısa tutalım ve 2019 sonrasına da bakalım.
2019 yılından sonra zorluklarımıza bir de koronavirüs salgını eklenmiş ve artık iç borç çevirme oranlarımız iki katına çıkmış. Yani %200’leri aşmıştır.
Aylık gelişmelere baktığımızda durum oldukça açıktır. Mayıs ayında iç borç çevirme oranımız %380,3 olmuş.
Bu rakamlara döviz cinsi ihraç, altın tahvilleri ve altına dayalı kira sertifikaları dâhildir.
Bunları çıkarıp da sadece TL iç borç çevirimine baktığımızda bunun %400 olduğunu görüyoruz.
Bu durum cidden çok büyük bir sıkıntıdır. Bırakın iç borçlarımızı geri ödeyerek azaltmayı, bir birim iç borcumuzu geri ödemek için 3 birim iç borç artırıyoruz!
Neticede çevirim 4 katı oluyor. İnanılmaz bir döngüdür. Normal şartlarda bir felaket senaryosudur. Ama salgın şartlarındayız.
Bizim Mehmet üzerinden durumu şu şekilde ifade edelim.
Bizim Mehmet 100 lira borç almıştı. Geri ödeme zamanı geldiğinde bırakın cepte para olmasını, hasta olduğu için, 300 lira daha masraf çıktı.
Dolayısıyla birinden 400 lira borç bulmak zorunda. Bunun 100 lirası ile eski borcunu kapatacak, 300 lirası ile de yeni masraflarını karşılayacak. Toplam borcu 400 lira olmuş olacak.
Şimdi Bizim Mehmet’e sorsam “Ya sonra n’olcak” diye bana vereceği cevabı tahmin edebiliyorum.
Tüm masumiyeti ile yüzüme bakarak, “Hocam Amarika’da durum ney?” diyecektir.
Çünkü, tüm dünyada sistemin böyle olmak zorunda olduğuna inandırıldığı için bu gidişin normal olduğunu düşünür.
Desem ki “İç borç, bizim bize olan borcumuzdur. Yaşadığımız sorun, borçlanma ile ilgili değil sistemin kurgusu ile ilgilidir”.
Bu sefer Bizim Mehmet’in kafası iyice karışacak.
Ancak, her şey rağmen, bütün bunları Bizim Mehmet’e bir şekilde anlatabilmemiz gerekiyor.
Çünkü bütün kapıların anahtarları Bizim Mehmet’in elinde. Kurtuluş kapısını da açabilir esaret kapısını da.
Söyleyip geçmek yetmiyor, Bizim Mehmet’i ikna etmemiz gerekiyor.
“Bizim Mehmet” kim mi?
Bizim Mehmet ya hu. Nasıl tanımazsınız?
Bazen sıradan bir vatandaş olarak karşınıza çıkar, bazen de bir bakan olarak.
Bazen âlim olur bazen de zalim. Bazen memur olur bazen de amir. Bazen susar, bazen de hiç durmadan konuşur.
Bizim Mehmet işte!
Vatanına, milletine, devletine sevgi ve saygı besleyen Mehmetimiz. Kapıları o açar, siz de girer yerleşirsiniz. Evinizi düzenlersiniz.
Kısacası, Bizim Mehmet’i ikna eden muktedir olur. O kadar yani.
Ne yapayım, ben de bundan sonraki yazılarımda Bizim Mehmet’i ikna etmek için uğraşacağım.
Böylelikle siz de Bizim Mehmet’i yakından tanımış olacaksınız. Eminim ki seveceksiniz.
Çünkü o, ne de olsa, Bizim Mehmet.
Masum, samimi ve temiz kalpli. Aldatılır ama aldatmaz. Siz ona ne kadar kızarsanız kızın o size kızmaz.
Ona hizmet eden devlet olur.
Yeminle…
Prof. Dr. Mete Gündoğan
…
Bu makalem 15 Haziran 2020 tarihinde İndepentedTükçe sitesinde yayınlanmıştır…
Bir yanıt bırakın