Sn. Durmuş Yılmaz, ESAM ve BDPS/KRS

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A.Ş. (TCMB) Eski Başkanı Sn. Durmuş Yılmaz, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) Konferans Salonunda 11 Nisan 2012 Çarşamba günü saat:18.30′da “Merkez Bankası ve Bankacılığı” konusunda bir konferans verdi.

Maalesef konferansa katılma fırsatı bulamadım. Ancak, baştan sona yapılmış olan bütün çekimleri alıp izledim. Şimdi burada, Sn. Yılmaz’ın söyledikleri üzerinde bir müzakere yapmak istiyorum.

Aslında Durmuş Yılmaz’a birebir ulaşıp bu görüşlerimi aktarabilirdim. O takdirde bu müzakereler sadece ikimiz arasında kalırdı. Konunun önceliği ve öneminden dolayı, bütün kamuoyu ile paylaşarak müzakere etmek istiyorum. Her ne kadar Sn. Durmuş Yılmaz “ağabey”in şahsında müzakere edeceksem de fikirlere taraf olan herkes ve her kesim tartışmanın muhatabıdır. Muhatap olarak konuya müdahil olabilirler. Ne de olsa, eskilerin ifadesi ile, “müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” (fikirlerin çarpışmasından hakikat güneşi doğar).

Evet, konuşmayı baştan sona izledim. Sn. Yılmaz konuşmasının başında medyada çıkan TCMB ile ilgili (benimkiler de dahil) bazı yazılardan birkaç cümle alarak Merkez Bankası ve bankacılığının ne kadar yanlış anlaşıldığını ve olaya/olguya komplo ile bakıldığını ifade etmiş.
Daha sonra da 19. Yüzyıldan başlayarak tarihi perspektifi ile birlikte Merkez Bankası ve bankacılığını anlatmış. Konuşmanın katıldığım ve katılmadığım kısımları var. Kendisini dinleyince, hem faydalandım hem de daha önce okumuş olduğum bir çok şeyi de tekrar teyid etmiş oldum. Bu arada şunu da ifade edeyim. Ülkemizdeki merkez bankacılığı diğer ülkelerdeki merkez bankacılığı ile aynı olduğu için biz birçok şeyi diğerlerini çalışarak öğreniyoruz.

Durmuş Bey, muhafazakar kesimin komplocu yaklaşımından rahatsız. Tarihin derinliklerinde bazı tatsız olaylar olmuştur ancak onların hepsi artık geride kaldı diyor. Bu gün itibarıyla bankanın tamamen bize ait olduğunu ve vazifesini de gayet titizlikle yürütmeye çalıştığını söylüyor. Hatta konuşmasının sonlarına doğru, “ben size danışman olsam bu sistem ile oynamanızı tavsiye etmem başınız belaya girer” demeyi de ihmal etmiyor. Ancak sistemin ne olduğunu, nasıl kurgulandığını/çalıştığını ve şu sıralarda yönünün ne olduğunu tartışmıyor. Konuşma tarzından anladığım kadarıyla bu kısmı sorgulamadan “de facto” kabul ediyor. Başkaca bir alternatifin olmadığına inanıyor. Daha ziyade, “bizim kesimde” ihtiyaç olduğuna inandığı için aidiyet, tarihsellik vs gibi konulara ağırlık veren bir konuşma yapmış.

Şimdi Durmuş Beyin konuşmasını cümle cümle değerlendirmekten ziyade, bizim itiraz ettiğimiz fonsiyonel ve sisteme ait konuları takdim etmek istiyorum. Gerisi, öyle ya da böyle, anlaşılabilir ve anlatılabilir. Görüşlerimi madde madde yazacağım ki değerlendirilmesi kolay olsun.

TEMEL TESPİTLERİMİZ

  1. Ülkemizde para basma yetkisi kanunen TCMB şirketine verilmiştir. Kullandığımız para bu şirketin malıdır. Şirket bu malı piyasaya borç olarak verir. Borç olarak vermesi demek tabi ki belli bir faiz karşılığında vermesi demektir. Bankalar da gerek merkez bankasından aldığı parayı gerekse topladığı mevduatı faiz karşılığında özel/tüzel kişilere borç olarak verirler. Bu durum zincirleme olarak böyle sürer gider. Bizim Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) dememizin özü budur.

a.) Böyle bir sistemde, TCMB şirketine verilen görev (1) fiyat para miktarını ayarlamak ve (2) paranın değerini korumaktır.

b.) Böyle bir sistemi (kurumsal yapıyı kastetmiyorum fonksiyonel yapıyı kastediyorum) sürdürmenin/korumanın en akılcı (!) yolu da onu bağımsızlaştırmaktan geçer.

c.) TCMB, merkezi İsviçre’nin Basle Şehrinde olan BIS (Bank for International Settlement) diğer bir ifade ile “merkez bankalarının bankası” nın daimi bir üyesidir. Oradaki toplantılara düzenli olarak katılır.

  1. Piyasadaki para miktarı, Mayıs 2012 itibarıyla 700 milyar liradan daha fazladır. Bu miktarın 60 milyar liraya yakın kısmını TCMB üretmiştir. (Bu rakamların tam karşılıklarını muhtemelen Durmuş Bey bizden daha iyi bilir). Yani bu para vardır. Ancak aradaki fark olan 640 milyar lira ise yoktur diğer bir ifade ile kaydîdir. Pekiyi, 640 milyar lira nasıl üretilmiştir? İşte bunun cevabını da kısaca KRS dediğimiz, Kısmi Rezerv Sistemi’nde (Fractional Reserve System/Banking) bulabiliyoruz.

a.) Bankalar topladıkları mevduatın belli bir oranını (mevduat munzam karşılığı olarak) TCMB’nda tutup kalanını kredi olarak verebiliyorlar. Bu krediyi alanlar da paralarını yine sistem içerisinde bir bankada tutuyorlar. O tutulan meblağ da yeni mevduat olmuş oluyor. Onun da belli bir oranını TCMB’nda tutup banka tekrar kredi verebiliyor. Bu durum böyle sürüp gidiyor. Neticede, mevduat munzam karşılığı yüzde 10 olan bir mevduata karşılık bankalar KRS sayesinde kabaca 10 kat daha fazla para üretebiliyorlar. Diğer bir ifade ile bankalar havadan para yaratmış oluyorlar. İşte 640 milyar lira bu şekilde yaratılmıştır.

b.) Bu kadar para yoktur, kaydîdir ama bunların faizi gerçektir. Yani bizler, hepimiz, 60 milyar liranın yanısıra, 640 milyar lira kaydi paranın yılllık faizini ödemek için çırpınıp duruyoruz. Bu durum hiçbir zaman da bitmiyor ve bitmeyecektir. Çünkü KRS sürekli para üretiyor ve bunun faizini de sistem hepimize ödetiyor.

  1. Bu durumda, şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. Bankalar BDPS ve KRS sayesinde kontrolsüz para üretiyor. Bu da paranın değerinin düşmesi demektir. Merkez bankasına ise “paranın değerini düşürme, miktarını belirle” diye görev veriliyor. Bu kombinasyon ile para doğal olarak “kısıt” haline getirilmiş oluyor.

a.) Bir taraftan gerçek mal ve hizmet üretenler için “para” bir kısıt. Ancak bedelini (faiz olarak) öderseniz elde edebiliyorsunuz.

b.) Diğer taraftan KRS sayesinde sürekli para üretiliyor. Bu havadan üreyen paralar gerçek faiz talep ediyor.

c.) Neticede, Merkez Bankası’na da kayıtlarda var olan bu havadan üretilmiş olan paranın faizini gerçek olarak ödettirme görevi verilmiş oluyor.

İTİRAZLARIMIZ VE ARGÜMANLARIMIZ

  1. TCMB’nı bağımsız bir şirket olarak kurgulamak zorunda değiliz. Sn. Yılmaz’ın, “Hükümetler istedikleri gibi para basarlar ve enflasyon olur” kaygıları kısmen haklıdır. Ancak bunun cevabı mevcut yapı değildir. Anayasal bir kurum haline getirip yetki ve sorumluluklarını belirlediğiniz, denetimleri de titizlikle yaptığınız zaman mesele hallolur.
  2. Burada tartışılması gereken esas sorun sistemin kurgusu ve işleyişidir. Merkez bankası parayı borç olarak çıkarıyor. Çıkardığı/ürettiği parayı belli bir faiz karşılığında borç olarak veriyor/satıyor. Şirket olduğu için bunu kolaylıkla yapıyor.

a.) Bu durumda hangi bankaya ne kadar para satacak/verecek ona da (değişik kriterlerle) kendisi karar veriyor. Örneğin, Ziraat Bankası’nın ihtiyacı varken, ona değil de başka bir özel bankaya nisbeten düşük faizle para satabiliyor. Böylelikle Ziraat Bankası’nın da o özel bankadan piyasa şartlarında para satın almasına vesile oluyor!

b.) Kendisine verilen görev olan “piyasadaki paranın değerini korumak ve fiyat para miktarını ayarlamak” işlevlerini de BIS’deki toplantılardan ilham alarak yapıyor. Şu anda var olan fiyat para miktarını “veri” alarak paranın değerini korumaya çalışmak demek, yaklaşık 640 milyar liralık “olmayan para”nın faizini gerçek olarak ödettirmek demektir. Diğer bir ifade ile, sistemin KRS ile sorumsuzca üretmiş olduğu paranın faizlerinin reel sektöre ödetilmesinin garantörlüğünü/bekçiliğini yapmış oluyor.

  1. Olması gereken – çok basit bir anlatımla – şudur. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası anayasal bir kurum olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Yetki, sorumluluk ve denetimleri çok açık bir şekilde belirlenmelidir. Parayı da borca dayalı olarak üretmemelidir. Kısacası, BDPS/KRS lağvedilmelidir. Merkez bankasının temelde iki görevi olmalıdır.

a.) Üretilen fiyat paranın değerini korumak. Buna ölçüyü korumak da diyebiliriz. Çünkü paranın en temel görevi ölçü birimi olmasıdır.

b.) Fiyat paranın miktarını piyasada var olan mal ve hizmetleri çevirecek şekilde ayarlamak. Buna dengeyi ya da mizanı korumak da diyebiliriz.

c.) Bu iki görevi yaparken de gözeteceği ana husus, fiyat paranın bir avuç insan arasında dolaşan bir güç haline gelmemesidir. Bunu, monopol ve oligopol piyasalara mani olmaya benzer bir şekilde de algılayabilirsiniz.

  1. Bütün bunları yapmak için, çok büyük değişikliklere gerek de yoktur. Merkez’deki ve TUİK’ndaki verilerle bir ölçü birimi en az bir yıl paralel olarak test edilir. Sonra da mevcut sistem ona göre yeniden yapılandırılır.

GENEL İFADELER

  1. Öncelikle Sn. Yılmaz’ın endişelerine binaen şunu çok net olarak ifade etmek istiyorum. Cari sistem 2008’den bu yana alevlenen küresel finans krizi ile birlikte çökmüştür. Bizim alternatif arayışlarımız kimseyi rahatsız etmez. Başımız kimse ile belaya girmez, aksine memnuniyet doğurur. Dünyaya bir bakınız, herkes alternatif arayışı içerisindedir. Biz de bir yanlıştan ötekine düşülmemesi için bu çalışmaların yapılmasını istiyoruz.
  2. Gördüğünüz gibi aslında ne merkez bankasına ne de bankacılığa karşıyız. Altın, gümüş ya da başka bir mal standardı öneren de yok. Zaten, Sn. Yılmaz’ın da konuşmasında ifade ettiği gibi, para basmak için bunlara gerek de yoktur. Katılım bankacılığı vs de savunduğumuz yok çünkü yaptıkları diğerleri ile temelde aynıdır. Tek söylediğimiz, BDPS ve KRS çok büyük bir haksızlığa ve zulme sebep oluyor. Bunların düzeltilmesi gerekir. Bu düzeltmede de dikkat edilecek hususlar beşinci maddede ifade edildiği şekildedir.
  3. Biz bu konuları, sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı takip ederek öğreniyor ve değerlendiriyoruz. Bu noktada, benim ana hatları ile Sn. Yılmaz’ın konuşmasına mukabelen ortaya koyacalarım bunlardır. Biliyorum, kendisinin ve aynı ekolden gelenlerin daha söyleyecek çok şeyleri var. Benim de. Şu alternatif tartışmalara da açığım;

a.) Herhangi bir televizyon programında ya da panelde bu konuları enine boyuna müzakere edebiliriz.

b.) Kapalı bir ortamda, devlet ve siyaset büyüklerinin huzurunda ben fikirlerimi en ince detayına kadar anlatıp her türlü sınanmaya hazırım. Çünkü bu çok önemli bir meseledir. Devlet olmanın özünü teşkil eder. Biz de devletin hizmetkârıyız.

c.) Bu şekilde kamuoyu önünde açıkça yazışarak da müzakerelerimizi sürdürebiliriz. Devir internet devri. Söz muhatabının, biz sadece uyarız.

  1. Tek ve gerçek meselemiz bu fonksiyonel yapıya itirazdır. Hissedarlarıymış, tarihsellikmiş, çalışanların kimlikleriymiş vs konular müzakerelerin ek merakı olarak gelişmiştir. Yapı ya da kurgu adil, şeffaf ve denetlenebilir olduktan sonra bunun nasıl ve kimler tarafından yürütüldüğün önemli olmadığını düşünüyoruz.

Şimdilik diyeceklerim bu kadardır. Selam, sevgi ve saygılarımla arzederim.


Prof. Dr. Mete Gündoğan

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.