Anadolu Gençlik Dergisinin Temmuz 2012 sayısına yapmış olduğum röportajımı paylaşıyorum;
SORU- Biz genelde faizci sistem, rantiyeci sistem demeye alışmışız. Siz her ne kadar yaklaşık 10 yıldır bu tanımı kullanıyor olsanız bile BDPS (Borca Dayalı Para Sistemi) tanımı bize yabancı duruyor. Nedir bu BDPS?
CEVAP– Sadece BDPS değil, bunu KRS (Kısmi Rezerv Sistemi) ile birlikte anıyoruz. İçinde bulunduğumuz sistemin çok spesifik ve çok net bir tanımını yapıyoruz. Şu anda bizim muhatap olduğumuz faizci/rantiyeci sistem BDPS/KRS‘dir. BDPS/KRS’yi anlamadan mevcut faizci/rantiyeci ekonomik sistemin kötülüğünü kavrayabilmemiz mümkün değildir. Genel ifadeler toplumda iyi ezberletiliyor. Ama bir sistemi analiz ederken, iki taraftan da bakabilmek lazım. Önce, sistemi kurgulayanlar tarafından, sonra da sistemi tüketenler/kullananlar tarafından. Siz Faizci Sistem diye ezbere konuşursanız, bu sefer karşınıza adam kâr dağıtıyorum diye çıkıyor. BDPS içerisinde nasıl yapıyor da kâr dağıtıyormuş diye baktığınızda karşınıza Kısmi Rezerv Sistemi çıkıyor. Faizci sistemin çalışma mekanizmasının ta kendisi. O zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Aynı mekanizma ile üretilen bir değere biri faiz öteki kâr diyor. İmamlar da meseleyi tam olarak kavrayamadıkları için “kâr” kelimesini görünce olumlu yaklaşıyor.
İşte bütün bu belirsizlikleri ve kavram yozlaşmasını aşmak için biz çok net bir tanım yapmaya çalışıyoruz. Ama ilk klasik tanımı da muhafaza ediyoruz. BDPS/KRS bir faiz/rantiyeci sistemdir diyoruz. Bu sistemde para bir şirketin malı olarak ortaya çıkıyor ve borç olarak dolaşıyor. Bu sistemdeki paranın herhangi mantıklı bir karşılığı yoktur. KRS ise, parayı kat be kat haksız olarak artırıyor.
Örneğin bu çerçevede bir banka hiçbir karşılık olmadan ürettiği parayı kredi olarak verip, bir insanı bir anda sanayici, fabrikatör vs. yapabiliyor! Gördüğünüz gibi her şeyin sorgulanması ve adil bir şekilde yerli yerine oturtulması lazım.
BDPS/KRS nasıl bir sistemdir konusuna burada uzun uzun girmek istemiyorum. Bu konuda benim çalışmalarımı ve Profesör G. Çetiner’in çalışmalarını okumanızı tavsiye ederim.
Bizim söylediklerimiz bambaşka bir şeydir. Bir paradigma değişimidir. Düzenin bozukluğundan ve temelinin de bu olduğundan bahsediyoruz. Analizimizi, şu anda iyi gibi görünen gidişin varacağı noktadan başlatıyoruz. O nokta aynı zamanda bir devrim noktası. Altın vuruş gibi bir şey.
SORU- Avrupa ülkeleri krizlerle boğuşuyor. Krizden çıkış olarak da ya bize yardım edersiniz ya da biz Euro’dan çıkarız diyorlar. İngiltere ise zaten Euro’ya hiç girmedi. Euro çöküyor mu? Euro ile birlikte Avrupa’yı ne bekliyor?
CEVAP- Benim, Avrupa Euro’yu tedavüle sokunca Milli Gazete’de yazdığım bir yazı vardı. Avrupa büyük bir yanlışlık yapıyor dedim. Euro’yu sanal bir değişim aracı ve ölçü birimi olarak kullanabilirsiniz. Ancak tedavüle soktuğunuz anda durum farklılaşıyor. Bu kadar farklı ekonomik üretim ve tüketim standartları olan bir alanda tek para birimi, güçlü ekonomilerin işine yarar. Nitekim bundan en çok Almanya istifade ediyor. Yıllardır ticaret fazlası veriyor. Güçlü ekonomi ve nispeten zayıf para, Almanya’nın üretim sektörünün işine yarıyor. Onun için ben zaman zaman Euro’nun kurtuluşu için aslında Almanya’nın Euro’dan çıkması gerekir diyorum. Tabi bunu yapmayacaklardır. Bu durumda ya tek tek Yunanistan’dan başlayarak ülkeleri kurtaracaklar (aslında, daha da borçlandırmak anlamına geliyor) ya da kontrollü olarak dağıtacaklar. Her iki durum da Almanya’nın aleyhine olur. Bu sebeple de mevcut sistemi korumak için elinden geleni yapacaktır. Dolayısıyla da Avrupa, bir müddet daha krizlerle boğuşacaktır. Daha krizin teşhisinde tam olarak anlaşamadılar. Hem bu kriz bazıları için bir nevi fırsat oldu. Krizin teşhisinde anlaşmaları, yeni bir düzen oluşturmaları, bu yeni düzene ekonominin alışması ve halkın endişelerinin dinmesi sanırım yaklaşık 15 yıllık bir süreci alacaktır. Tabi bu zaman zarfında çok farklı gelişmeler olabilir ki o zaman tüm hesapları yeniden yapmak gerekir. Bu işin uzaması ya da uzama eğilimi göstermesi, Avrupa’da çok büyük sosyal patlamalara sebep olur. Yüksek ekonomik standartlardan aşağıya inmeye kimsenin tahammülü yok. Sabırlar tükenir.
SORU- Türkiye borç stoğu, cari açık, bütçe açıkları ile kötüye doğru gidiyor. Bu kötü gidiş ne piyasalarda görülüyor ne de halk böyle bir kriz hissediyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP- Türkiye, Derviş Restorasyonu ile uluslararası finans piyasalarına eklemlendi. Tanımlar değişti. Merkezi Hükümet birçok ağırlıklarından yeni tanımlar ve özelleştirmeler ile kurtuldu. Borcu tabana yaydı. Artık herkes borçlu ya da herkesin ödemesi gereken bir kredisi var! Dolayısıyla hükümet olarak o piyasaların gerektirdiği makro ekonomik verileri de tutturuyor. Ancak şimdi bu gidişle nereye varacağımız sorusu önemli. Varacağımız yer bir ispanya ya da İtalya’nın vardığı yerdir. Onların durumu da malûm. Sıcak para şimdilik açıklarımızı örtüyor. Ama bu bize çok pahalıya mal oluyor.
Bu çerçevede ekonomimizi üç eksende değerlendirmek lazım. Birincisi, mevcut finansal yapıyı sürdürmenin maliyeti çok yüksektir.
Örneğin, dünyada faiz oranları sıfırlara doğru yaklaşırken, bizde 10′lara tırmandı. İkincisi bölüşümde adaletsizlik oldukça arttı.
Tabana yayılmış borçlar ve bu kadar yüksek finansal maliyet elbette gelir dağılımını bozacaktı ve bozdu. Üçüncüsü, bizim varmak istediğimiz nokta, Avrupa ya da Amerika her ne ise, bir kriz içerisinde. Bence şu anda ekonomi bakanlığının en önemli görevi alternatif çözümler üretmektir. Hem reel sektör için hem de finans sektörü için. Fakat bunu göremiyoruz. Eğer bu işler “yumurta kapıya gelince”ye kadar geciktirilirse, yumurtlanacak folluk bulunamayacaktır.
SORU- Ülkemizin dış politikasının ödemeler dengesi üzerinden yürüdüğünü söylüyorsunuz. Ödemeler dengesine rağmen bir dış politika geliştirmek mümkün müdür?
CEVAP- Bu, bir ülkede çok spesifik olarak çalışılması gereken bir konudur. Ekonomik, diplomatik ve askeri bir denklem kurulması gerekir. Tek başına tek eksenli bir iş değildir. Ülkemiz bürokratik yapısında bu işin henüz bir sahibi yok. Dolayısıyla sorunuzun cevabı, mevcut yapıda hayır ama iyi çalışılırsa evet.
SORU- Ülkemizde büyük toplumsal ve siyasal olaylar olduğunda çoğunlukla piyasalar bundan etkilenmezken, bazen ortalık sütlimanken allak bullak oluyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP- Piyasalar kendilerine neyin zararlı neyin zararsız olduğunu iyi bilirler. Bunları net olarak hesaplamak için çok uzman çalıştırıyorlar. Size göre sokakların ısınması büyük sosyal olayların göstergesi olabilir ama bu durum piyasalar için herhangi bir anlam ifade etmeyebilir.
SORU- Ekonomik krizdeki İspanya gibi ülkeler bundan bankaları sorumlu tutuyorlar. Ekonomi Bakanı Ali Babacan ise kusuru bankalarda bulmanın doğru olmadığını belirtiyor. Avrupa acaba sorunu teşhis edebilmiş mi? Hangi tespit daha doğru?
CEVAP- Bana göre her ikisi de eksik tanımlama. Bankalar bir araç. Önemli olan o aracın hangi sisteme göre işlediğidir. Burada sözü BDPS/KRS‘ye getireceğim. Sorunun temelinde bu var.
SORU- Davos İstanbul toplantısı çok konuşuldu ama bizim medyamız her zamanki gibi işin magazin boyutunda kaldı. Sorum şu, Davos dünya ekonomisinde ne kadar etkin, ilk defa neden Davos dışında İstanbul’da toplandı. Liderler düzeyinde katılımın az olması toplantının öneminin az olduğu anlamına gelir mi?
CEVAP- Demek ki magazinsel bir tarafı da var işin. Şimdi, hangi konu olursa olsun, o konunun en önemli aktörlerini bir araya getirip, belli bir ajandada konuşturabiliyorsanız o toplantı çok önemli toplantı olur. Bunun adına ne derseniz deyin. Sanırım Davos İstanbul birkaç amacı bir anda yerine getirmiş oluyor. İstanbul önemli bir finans merkezi olacak ise bu tür toplantılar normaldir. Farklı yerlerde de yapılabilir. Toplantı aynı zamanda Sn. Erdoğan’a da jest olmuştur. Bu sebepler için dünyada bütün liderlerin gelmesine de gerek yok zaten.
SORU- Mevcut durum ele alındığında tespitler ve eleştirileriniz gayet yerinde. Hatta birçok kişi de bu tespit ve eleştirileri kabul ediyor. Ama bunun yanında BDPS‘yi değiştirmenin kolay olmadığını, bir kaos yaratacağını söylüyorlar. Buna karşılık sizin önerdiğiniz bir ekonomik sistem ve proje var. Sekiz Deniz Yaylası kitabınızda bunları mı anlatıyorsunuz?
CEVAP- Öncelikle BDPS’nin değiştirilmesi bir kaosa yol açar diyenler, tam olarak BDPS‘yi anlamamışlar demektir. Çünkü çözüm, sistemin anlaşılmasından daha kolaydır. Diyelim ki ayağınız ağrıyor ve yürümenize engel oluyor. Birileri de geldi ve size ayağınızdaki rahatsızlığın sırtınıza bir şekilde bağlanan büyük bir taştan dolayı olduğunu gösterdi. Şimdi bana çözümü söyleyin bakalım.
Benim önerdiğim “bir” ekonomik sistem ve proje yok! Sekiz Deniz Yaylası adlı kitabımda mevcut durumu analiz edip, birçok konuda çözümler önerdim. Kanal İstanbul projesi de dahildir bunlara. Sıkıntıları adil temeller üzerinde giderecek her türlü öneriyi de desteklerim. Önemli olan ilke ve prensiplerdir. Milletimizin yüzyıllardır benimsediği ilke ve prensiplere uygun her çözüm bir çözümdür. Yeter ki akıl, b/ilim, gerçekler ve tecrübe süzgeçlerinden geçebilsin.
SORU- Arap baharı sürekli gündemde. Suriye’de sıcak çatışmalar hala devam ediyor. Siz Arap Baharını G7 ülkelerinin Seul toplantısına bağlıyorsunuz. Ne konuşuldu Seul toplantısında? Hangi kararlar alındı. Bir de şu eleştiri çok geliyor. Her şeyi dış müdahaleye bağlıyorsunuz. Oradaki bu devrimi yapan insanların hiç mi kendi iradeleri yok?
CEVAP- Ben böyle bir çıkarsamada bulunmadım. Sadece “aynı zaman diliminde gerçekleşen bütün olayları” ortaya koydum. Bunların bir kısmı arasında bağ vardır bir kısmında da yoktur. Araştırılabilir ama ben araştırmadım. Sadece gelişmeleri paralel olarak ortaya koydum. Bu şekilde çıkarsama yaptığımı söyleyenler demek ki süreçlerde bir bağ görmüşlerdir. Arap Baharı (Arab Spring) diye tercüme edilen kalkışmaları ben Arap Zembereği diye ifade ediyorum. Bana göre doğru tercümesi de budur. Buralardaki sistemlerin, halklara baskı yapılması üzerinden yürütüldüğünü biliyoruz. En büyük destekçileri de Batı. Bu destek ve dolayısıyla baskı kalkınca zemberek boşaldı. Çünkü halklar hiçbir zaman o baskıya boyun eğmedi. İşte iradeleri burada. Hep direndiler. Direnmeselerdi zaten zemberek diye ifade edilmezdi.
Pekiyi şimdi ne oldu? Onu da tam olarak bilemiyoruz. Yeni yöneticiler eski efendilerinin zihin kodlarını aşamamış görüntüsü veriyorlar. Yani devrim olmamış zihinlerde. Netleşmeyen daha çok şey var. Dolayısıyla da üzerinde daha çok konuşulacak demektir.
SORU- Son bir yılda abdestli kapitalizm kavramı çıktı ortaya. Bunu ortaya atanlar da İslam’ın bir nevi sosyalist yorumunu yaparak eleştiriler getiriyorlar. Mülkiyet hakkının reddedildiği, ihtiyaçtan fazlasının Kur’ani kavramla kenz olduğu söylenen bir İslam Sosyalizmi. Sizin bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?
CEVAP- Kavramlarla ne kadar rahat oynanıyor hayret! Abdest alınca kapitalizm meşru mu oluyormuş?! Ya da abdest almak ne demek?… Bu konuda sadece şunu söylemek isterim. Müslümanlar o kadar dağınık ve sahipsiz ki her önüne gelen bir-iki yorumla onları kullanmaya çalışıyor. Düne kadar “sağcı” diye kullanıldılar. Şimdi de “solcu” diye bir potansiyel bulundu. Arkaik sağ ve sol ideolojiler batışlarını İslâm’a sarılarak geciktirmeye çalışıyorlar.
Müslümanların yapması gereken tek şey, özetle bir kısmının her zaman yaptığı gibi, ne sağdayız ne solda ama hak yoldayız, hak yolda demelerinden ibarettir. Onları şuurlandırabilirler ama sentez asla olmaz. Yani tutmaz. Sadece zaman kaybettirir ki en kıymetli şeyimizdir.
SORU- Türkiye’de dindar kesimin boykota dayalı bir tepki mekanizması var. Yalnız bu boykotun ötesine bir türlü geçilmiyor? Boykot ne kadar çözüm, ekonomik özgürlüğü sağlamada bizi bir yere götürür mü?
CEVAP- Aslında boykot bir uzlaşma eylemidir. Bir şeyi düzelttirme eylemidir. Diyelim ki bir markayı şu şu sebeplerden dolayı almıyoruz diye bir tepki koydunuz. O markayı üretenler de şu ekonomik analizi yaparlar. Tepkilerin ve eylemin verdiği zarar ile istenilen değişikliği yapmanın maliyetini araştırırlar. Sonuçlara göre karar verirler. Dolayısıyla, bu tür bir ekonomik eylem başlatırken o eylemin neticelerini gün be gün analiz etme kabiliyetiniz de olması lazım ki yaptırım gücünüzü ölçebilesiniz. Gerektiğinde de artırabilesiniz. Bununla, kişinin haramlara helallere dikkat etmek için yaptığı seçme eylemlerini karıştırmamak lazımdır. Sanırım ülkemizde dindar kesimin yaptığı ikincisidir.
…
Not: Yukarıdaki röportaj Anadolu Gençlik Dergisinin Temmuz 2012 sayısında yayımlanmıştır.
Selam ve Sevgilerimle
…
Prof. Dr. Mete Gündoğan
Bir yanıt bırakın