Ekonomik kurgu kimin elinde?

On dokuzuncu yüzyılın ekonomi politiği iyi çalışılması gereken bir konudur. On dokuzuncu yüzyıl yani 1800’lü yıllar.

Hele hele ülkemiz yönetimi açısından en önemli konuların başında gelir. Çünkü on dokuzuncu yüzyılda siyasi irade ülkenin yönetimini finansal iradeye kaptırmıştır. Ondan sonra da bir daha geri alamamıştır. Neredeyse iki yüz yıllık bir tahakkümdür bu.

Bu mücadele şekillenmeye başladığı sırada siyasi irade padişahlıktı. Toprakları da Türkiye Cumhuriyeti’nin neredeyse dört katı büyüklüğündeydi. Sonra meşrutiyet oldu. Sonra büyük bir savaş yaşadık; Birinci Dünya Savaşı. Sonra başbakanlık hükümet sistemi oldu. Sonra da cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi. Hâlihazırda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yola devam ediyoruz. Bundan sonra ne olur bilemiyoruz.

Bu süreçte değişmeyen tek şey borçluluk halimiz. Borçlu olduğumuz finansal irade, şekilden şekile girse de tekdüze hareket ediyor. Bu iradenin karşısına dört değişik taktikle onlarca oyuncu çıkarmışız. O hepsini hezimete uğratmış. Cari olanı da hezimete uğratacak gibi duruyor!

Nedense biz hep kendi tarafımıza yani siyasal iradeye bakıp çeşitli taktikler deniyoruz. Takımlar kuruyoruz. Kulüpleri değiştiriyoruz. Oyuncular transfer ediyoruz ama bir türlü istenilen neticeyi alamıyoruz. Ha tabi, biz bunları yaparken finansal irade de bize yardımcı oluyor. İyilik olsun diye!

Şimdi 19. yüzyıla bu açıdan bakınca, dominonun ilk taşını yuvarlayanın Kavalalı Mehmet Ali Paşa olduğunu anlıyoruz.

Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’a ilk girişi 1801 yılında olmuştu. Fransızlara karşı gösterdiği başarılar O’nu kısa zamanda Mısır Valiliğine yükseltti (3 Temmuz 1805).

Halkın ve eşrafın desteğini de alan paşa kısa zamanda Mısır’ı derleyip toparladı. Hatta sahiplendi! Ekonomisini düzeltti ve ticaret yollarına hâkim oldu. Aynı zamanda Osmanlı’ya karşı da isyan içerisindeydi. Savaşıyordu.

Ticaret yollarına hâkim olmasına hâkim oldu ama o zamanın süper gücü İngilizlerin de ayarını bozdu. Çünkü ticaret yolları onların ticaret yollarıydı.

İngilizler, kendi ticari hatlarının güvenliği için Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı’ya yardım etmeye karar verdiler. Padişah II. Mahmud tahtını ve devletini korumak için İngilizlerin yardımlarını kabul etti. Eh, bu yardımlara karşı da bir jest yapması gerekiyordu. O da İngilizlere ticari ayrıcalık tanıyan Balta Limanı Anlaşmasını (BLA) imzaladı. Sonra diğer Avrupa devletleri durur mu? Onlarla da benzer anlaşmalar imzalandı. Neticede Osmanlı pazarlarını, Avrupalı yardımseverlerin mal ve hizmetleri dolduruverdi.

Balta Limanı Anlaşması’ndan hemen sonra 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı yayınlandı.

Balta Limanı Anlaşmasını, Tanzimat Fermanı’nın anahtarıydı. Avrupa ile bütünleşme sürecinin nasıl şekilleneceğini ve işleyeceğini dikte ediyordu. Mali anlamda yapılan birçok çalışmalar ve atılan birçok adımlar bu fermanın gereği olarak şekillendi. Osmanlı Bankasının kurulması ve para sisteminin organize edilmesi Tanzimat Fermanı’nın maliye alanındaki icraatlarının başında yer alıyordu. Bir imtiyaz sözleşmesi ile bankaya kâğıt para çıkarma hakkı da tanındı. Osmanlı İmparatorluğu’na borç kaynağı yaratacak ve borçlanmalarda aracı rolü üstlenecekti. Devletin Hazine işlemlerini de yürütecek ve yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da Devletin mali acentesi olarak çalışacaktı. Banka böylece, bütçenin hazırlanmasında ve uygulamasında söz sahibi ve hazine işlemlerinde tekel konumuna geldi.

Yetti mi?

Hayır!

Bu zincirin halkası olarak bir de 1856 Islahat Fermanı var. Islahat Fermanı, Fransa ve İngiltere’nin çıkarlarına uygun olarak kaleme alındı. Maddelerinin üçte ikisi azınlıkların imtiyazlarına, geri kalan kısmı da Osmanlı’daki yabancıların imtiyazlarına ayrılmıştı. Böylece Avrupa’nın Osmanlı topraklarındaki nüfuzu bir hukuk temeline oturtuldu. Kurulan sömürü düzeninin yabancılar, yerli azınlıklar ve ortaklar arasında nasıl yürütüleceği tespit edilmiş oldu.

Böylelikle Osmanlı yönetimi, siyasi irade olan padişah ile finansman iradesi arasında paylaşılmış oldu. Neticede Osmanlı, önce sanayi kapitalizminin sonra da finans kapitalizminin egemenliğine girmiş oldu.

Bu kadar mı?

Elbette hayır. Ama bu yazı için bu kadarlık çözümleme yeter.

Kısacası, neredeyse yüz yıllık bir mecrada, önce ekonominin kuralları ortaya konuldu. Bunu Balta Limanı Anlaşmasını türü anlaşmalarla öğrettiler. Sonra yapısal reformlar yapıldı. Bunu da Tanzimat Fermanı ile gerçekleştirdiler. Sonra da bu yapının ortaklarını ve yönetimini belirlediler. Bunu da Islahat Fermanı temin etti.

İşte neredeyse yüz yılda oturtulan ve olgunlaştırılan modelimiz bu. Bu modelin hâkimi finansal iradedir. Bugün bunlara küresel finans kapital diyoruz. Modelde siyasi irade ikincil öneme sahiptir. Ne kadar sık değiştirilirse finansal iradenin o kadar çok işine yarar. Yani konu şahsî değil sistemseldir. Model ile ilgilidir. Aktörlerin çokluğu aslında modeli güçlendiriyor.

İşte bu modelin içinde kaldığımız müddetçe tam bağımsız Türkiye olmamız mümkün değildir.
Biz onun için sistem diye çırpınıp duruyoruz.
Sistem değişimi bu modelin değişimi demektir.
Siyasi iradenin finansal iradeye galip gelmesi demektir.

Bu yapılmadan iyi bir şey yapılamaz.

Prof. Dr. Mete Gündoğan

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.