15 Temmuz Darbesi Üzerine Bir Değerlendirme (1)

GİRİŞ

15 Temmuz 2016 Cuma gecesi başlayan darbe girişiminden bu yana on gün geçti.

Gün geçtikçe yeni bilgiler ve belgeler ortaya çıkıyor. Daha da birçok bilgi ve belge ortaya çıkacaktır. Bu konular yıllarca konuşulup değerlendirilecektir. Çünkü bu çok önemli ve kompleks bir olaydır. Zaman geçtikçe daha da iyi anlaşılacaktır.

Ancak, bu zamana kadar ortaya çıkan bilgi, belge ve değerlendirmeler neticesinde, genel bir çerçeve oluşturmak da mümkündür. Bu yazı, bu çerçeveyi oluşturmaya matuf bir yazıdır.

15 Temmuz Darbesi, uzunca bir sürecin parçasıdır ve devam etmektedir. Süreci çözümleyeme, en geniş açıdan başlayarak, 15 Temmuz detayına ve sonrasına kadar gitmek gerekiyor.

Bu yazıda, öncelikle bu süreci hazırlayan nedenleri ortaya koyacağız.

Sonra bu süreci hazırlayanlar veya planlayanlar ile ilgili değerlendirmelerimiz olacaktır. Akabinde bu planları uygulayanlara ve uygulamaya değineceğiz. Tabi ki ricat (geri çekilme) planı olmadan saldırı planı yapılmaz. Dolayısıyla olası ricat planlarını da değerlendirmek gerekiyor. Sonuçta, bu sürecin yönetimi en önemli olaydır. O konuda da fikirlerimi ifade ederek bu değerlendirme yazımı tamamlamış olacağım.

Çözümlemeye başlamadan önce birkaç hususu netleştirmek istiyorum.

Öncelikle, bu darbe bir tiyatroydu, Hükümet’in kendisi tezgâhladı vs. gibi düşüncelerin ciddiye alınmasının mümkün olmadığını ifade etmek gerekir.

Bu süreç, bir askeri darbe süreci değil, bir sivil/siyasal darbe sürecidir. Altı yüz bin kişilik bir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), yaklaşık beş bin kişilik bir ekibin yürüttüğü bu sürecin esas sahibi olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Ancak tabidir ki süreç, TSK üzerinden yürütülmeye çalışılmıştır. Süreçte, askeri yöntem, araç ve gereçler kullanılmıştır. Ancak, sürecin başarısızlığa uğratılmasında TSK’nin şerefli mensuplarının tavrı çok önemlidir.

Bu sürecin, dış bağlantılar olmadan gerçekleştirilmesi de mümkün değildir. Yaklaşık %70 dış bağlantılı olarak gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz.

OrduMilletEleleBayrak

Halkımızı tek millet yapan derin Milli İrade, herkesi şaşırtmıştır. İstiklal Harbi’nde ve Kıbrıs Harbi’nde ortaya çıkan bu irade, bu süreçte de ortaya çıkmıştır. Bunu, insanların gönlündeki bir merkezin Allah’ın lütfuyla harekete geçmesi olarak tanımlayabiliriz.

Burada şunu da hatırlatmak istiyorum. Bu tür süreçler iki şekilde çözümlenebilir. Birincisi, uygulama planını çok güzel bir şekilde deşifre ederek bağlantıları (geriye ve ileriye doğru) çalışırsınız ve büyük resmi ortaya koyarsınız. İkincisi, bir büyük resim önermesi ortaya atarsınız ve o önermeye göre uygulama planını kontrol edersiniz. Yeni yeni bulgularla da önermenizi test eder, geliştirir ve sağlamlaştırırsınız. Benim burada yapmaya çalıştığım ikincisidir.

15 TEMMUZ SÜRECİNİ HAZIRLAYAN NEDENLER

Bu süreci tam olarak anlayabilmek için öncelikle bölgemizdeki olayların gelişimini hatırlamakta fayda vardır. Süreci hazırlayan nedenlerin buralara kadar dayandığını düşünüyorum.

Yüce Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra önümüze konulan en önemli fatura, Sevr Anlaşmasıdır. Sevr Anlaşması, Osmanlı sonrası bölgenin yeniden nasıl yapılandırılacağını (paylaşılacağını) göstermektedir. Sevr, yok oluş demektir. Hamdolsun, İstiklal Harbi ile milletimiz, bu anlaşmayı kabul etmediği gibi çöpe atmasını da bilmiştir. Ancak dünyadaki birçok devletin zihninde bölgemiz için hala geçerli olan format Sevr Anlaşması formatıdır. Bu anlaşma ile Anadolu’nun parçalanmasının yanı sıra, güney sınırımız boyunca oluşturulacak Kürt görünümlü bir kukla devletin kuruluşu da dayatılmaktadır.

Bugün itibarıyla Kuzey Irak’ın yapısı gibi, Kuzey Suriye’de de bir yapı oluşturulduğu takdirde bu kukla devletin kuruluşu başlamış olacaktır. Buna, ülkemiz güneydoğu Anadolu köşesi ile Ermenistan’ı da kattığınızda, Akdeniz’den Hazar Denizi’ne kadar yeni bir stratejik eksen oluşturulmuş olacaktır. Bu eksen aynı zamanda enerji ekseni olacaktır. Bu aslında Büyük İsrail Projesi’nin de alt yapısını oluşturmaktadır.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, küresel finans krizinin de hala yaşandığını ve bir çözüm bulunamadığını unutmamak gerekir. Her zaman ifade ettiğimiz gibi, bu krizin mevcut anlayışla bir çözümü yoktur. Bu tür durumlarda küresel finans elitlerin, bölgesel/küresel savaş çıkarma eğiliminde olduklarını biliyoruz. (Bu konudaki detaylı bilgileri, ‘Sekiz Deniz Yaylası’ isimli kitabımın ikinci baskısında bulabilirsiniz.)

Küresel elitlerin bölgemize yönelik şer planlarına bilinçli ya da bilinçsiz olarak itiraz eden en güçlü devlet Türkiye Cumhuriyetimizdir. Ülkemiz dinamik unsurları, Kuzey Irak’taki gelişime ikna edilmiş olmasına rağmen, Kuzey Suriye’deki benzer gelişim önlerine konulunca büyük resmi kısmen görmeye başlamıştır. İşte bu anlayış  ile orantılı olarak itiraz ve engel süreci de başlamıştır.

2011 yılında AB/D bir şekilde Türkiye’yi ikna ederek Suriye’de bir iç isyan başlatmıştır. Belli ki bu isyanın planlanmasında Türkiye’mizden istediği desteği de almıştır. Ancak olayın seyri değişmeye başlayınca, Türkiye’deki dinamik unsurlar planlı ya da plansız olarak gelişmeleri AB/D’nin istemediği yöne doğru evirmeye çalışmışlardır. Bugün Türkiye, bölgede en aktif ve en etkin olan bir ülkedir. Bölgeye yönelik emperyal bir kurgusu yoktur. Mevcut statükoyu korumaya çalışmaktadır. Batı ise, mevcut statükoyu planları doğrultusunda değiştirmek istemektedir. Bunu yaparken de, Türkiye’yi veya Türkiye üzerindeki kontrolünü kaybetmek istememektedir.

Bu durumda Batı, müttefiki (!) olduğu Türkiye’yi belki terbiye edebilir diye Rusya’nın bölgeye girişine göz yummuştur. Rusya, bölgeye çok kuvvetli olarak girmiş ve sahada var olan hemen hemen her türlü gelişime askeri olarak müdahale etmiştir. Ancak sonunda, konu ile ilgili her tarafın söylediği söz şu olmuştur. Türkiye’nin rızası olmadan ya da Türkiye ikna edilmeden bölgede bir barışın sağlanması mümkün değildir. Türkiye’nin ikna edilmesi ise, AB/D’nin bölgeye yönelik emperyal planlarının (buna 2. Sevr de diyebiliriz) değiştirilmesini gerektirmektedir.

Bu durumda Batı’nın önünde iki seçenek oluşmuştur. Birincisi, bölgeye yönelik planlarını değiştirmektir. İkincisi ise, Türkiye’de bu planlara uyumlu bir idare oluşturmaktır. İşte bu noktada Batı ikinci seçeneği tercih etmiştir. Batı, uzun süredir kurgulamakta olduğu planlarını değiştirmekten ziyade Türkiye’de idarenin değiştirilmesinin daha kolay ve etkili olacağını düşünerek bu darbenin önünü açıp teşvik etmiştir.

15 Temmuz süreci için, AB/D’nin elinde hâlihazırda çok kullanışlı bir cemaat yapılanması vardır. Süreç kurgulanırken, ağırlık merkezine bu yapılanma oturtulmuştur. Bunlara, Ordu içerisindeki çeşitli Kemalist unsurlar, darbe meraklıları, makam terfi beklentisi içerisinde olanlar ve bir şekilde açıkları olup şantajla her şeyi yapmaya hazır hale getirilen unsurlar da eklemlenmiştir.

Şimdi bu darbeci mozaikteki en önemli husus, darbeci kitlenin ağırlığının sivil olmasıdır. Cemaat, sivil bir harekettir. Cemaat elemanlarının Ordu içerisinde bulunması, Cemaati askeri hale getirmez. Asker kişiler, askerden emir alır. Cemaat mensupları ise sivillerden emir almaktadır. Öncelikle bu tespiti yaptıktan sonra çok daha önemli bir bağlantı koridorunu da oluşturabiliriz. Cemaat, nasıl ki Ordu içerisinde yapılandı ise, tüm etkin siyasi parti teşkilatlarında da yapılanmıştır. Dolayısıyla, böyle bir kalkışmadan önce iktidar partisi içerisinde bazı unsurlarla irtibata geçmiş olmaması mümkün değildir.

Kuvvetle muhtemeldir ki, AB/D’nin de yardımı ile iktidar partisinden de Cemaate destek temin edilmiştir. Bunun için adres tespit edilmesi gayet kolaydır. Ak Partisi’nin iç yapısını bilenlerin bu adresi tespit etmesi zor bir şey olmasa gerektir. Aynı şekilde sivil bürokrasiden de destek temin edildiğini söyleyebiliriz. Bazı asker kişilerden de, iktidar partisi içerisinden üst düzey destek olduğu konusunda ikna edilince, sürece pasif destek temin edildiğini de öngörebiliriz.

Ak Parti içerisinden, üst seviyelerde destek temin edilebileceğine şaşırmıyoruz. Partinin gelişim ve değişim sürecini iyi takip edebilenlerin bunu öngörebileceğini düşünüyoruz. Vaat edilen makamlar, kibir-ego travmaları, intikam, menfaatler ve şantajlar her zaman uyumlu eleman üretiminde başarıyla kullanılmıştır.

15 TEMMUZ DARBE PLANININ UYGULANMASI

15 Temmuz akşamı başlayan planı iyi takip ettiğimizde, aslında çok güzel hazırlanmış bir plan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir grup uzmanın düşünebileceği her şey düşünülmüş ve en ince ayrıntısına kadar hesap edilmiş bir plan. Kurumlarda yapılanları ve yapılması planlananları öğrendikçe çok detaylı bir çalışma olduğunu anlıyoruz. Bunları da çok tecrübeli bir ‘üst aklın’ varlığının işaretleri olarak algılıyoruz. Nitekim gün geçtikçe bunlar daha da netleşmektedir. Örneğin Dedeağaç’a inen Helikopter’de CIA Ortadoğu Şefi Graham Fuller ve ekibinin olduğunu iddia eden yazılar yazılmaktadır.

CarsafliKadin01

Uygulama süreci başladığından bir müddet sonra Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı ile halk sokağa dökülmüş ve tank, top, tüfek demeden canları pahasına darbeyi kadük etmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki bu çağrının yapılabilmesi için gereken işaret fişeğini TSK içerisindeki sağlam unsurlar fırlatmıştır. Yapılan hukuksuzluklara ve uygulamalara direnç gösterenler çatışmaya başlamış, vurmuşlar ve vurulmuşlardır. Bu işaret fişeği ile hareket geçen polisimiz de her türlü takdiri hak etmektedir. Tabi Milli İstihbarat Teşkilatının çalışmalarını da unutmamak gerekir. Neticede Sn. Cumhurbaşkanından çağrı gelmiş ve uyuyan dev ‘halk’ sokaklara dökülerek duruma el koymuştur. Bunu, bir nevi doğrudan demokrasi olarak da görebiliriz.

Ancak buradaki en önemli detay, TSK’daki direnişin başlamasıyla uygulama planının erkene alınma mecburiyetinin doğurulmasıdır. Eğer uygulama (medyada ifade edildiği gibi), planlandığı şekilde gece 03:00’de başlamış olsaydı, bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık.

1- Düşünsenize, gece yarısı 03:00’de kim canlı yayında olacaktı?
2- Kim kısa zamanda yatağından kalkıp da meydanları dolduracaktı?
3- Kim direnecekti?
4- Kim?

Allah milletimizi ve devletimizi muhafaza etti. Onlar bir plan yaptılar ama yaptıkları planlar sadece Allah’ın planına hizmet etti.

Pekiyi bu süreçte durdurulan nedir?

Bu süreçte durdurulan, sürecin kendisi değil, bir uygulama planıdır. Püskürtülmüştür. Televizyonlarda yapılan birçok tartışma bu uygulama planını çözümleme ile ilgilidir. Yeni bilgiler çıktıkça uygulama planı daha da netleşecektir. Ancak hiçbir zaman tam olarak ortaya konulamayacaktır. Çünkü bazı uygulamacılar çeşitli şekillerle Türk adalet ağının dışına çıkmışlar veya çıkarılmışlardır. Onların söyleyebilecekleri sadece tahmin edilebilir. Dahası, uygulanan darbe planı asker görünümlü sivil bir darbe planı olduğu için, sivil kişilerin tamamının kimlerden oluştuğunu uzunca bir müddet tam olarak bilemeyeceğiz. Halbuki yapılması gereken en önemli şey, bu darbe girişiminin sivil liderlerinin kimlerden oluştuğunun tespitidir.

Yazıyı çok uzatmamak için, bu uygulama planı ile ilgili detaylara girmiyorum. Zaten medyada, uygulama planını adım adım detayları ile anlatan birçok çalışma bulunmaktadır. Uygulama planında, cevaplanması gereken önemli sorunlar vardır. İşte bu sorunlar ve sorular uygulama planının deşifre edilmesi için doğru cevaplanması gereken sorulardır.

15 TEMMUZ UYGULAMASININ RİCAT PLANI

Başta da ifade ettiğim gibi, ricat (geri çekilme) planı olmadan saldırı planı yapılmaz. Dolayısıyla ricat planını da değerlendirmek gerekiyor. Bunu tespit etmek oldukça kolaydır. Şu anda yapılanlara baktığımızda, ricat planını açıkça görebilmekteyiz. Ricat planı, iç içe geçmiş ikili bir plan olarak gözüküyor. Öncelikli plan, bunun bir askeri darbe olduğunu her zaman ifade etmek. Zaten bütün değerlendirmelerde bu durum defakto kabul edilmiş olarak gözüküyor. Hiç kimse bu askeri darbe midir yoksa sivil/siyasi darbe midir diye bir sorgulama yapmıyor. Bu durum böyle defakto kabul edilince de işler kolaylıkla askerlerin üzerine yıkılıyor. Televizyon kanallarında, askerlerin bir numarası da var 10 numarası da! Dolayısıyla, makul sayıda bir asker topluluk tutuklanıp yargılanınca, darbenin haddini bildirmiş olacağımıza ilişkin bir algı oluşmuş durumdadır! Hatta, bir takım asker kişilerin kafasını gözünü morartınca, milletçe gönlümüz de rahatlayacak gibi bir havaya sokulduk!

Tabidir ki böyle bir durumda, ne bu sürecin sivil/siyasi patronları ne de AB/D’nin bölgedeki bu süreci doğuran esas planları sorgulanmış olacaktır. Böylece de tehdit devam edecektir. Çünkü tehdit, yakalanamayan bir avuç asker kişi sebebiyle değil kullanışlı sivil kişilerin ve bölgesel planların varlığı ile devam eder. Hükümet de tedbirlerini buna göre almalıdır.

HÜKÜMETİN 16 TEMMUZ SONRASI SÜRECİ YÖNETİMİ

16 Temmuz sabahı darbe girişimi bozguna uğradı. TSK, Emniyet ve halkımız hızla bütün hareketleri kontrol altına aldı. Akabinde de FETÖ yapılanması içerisinde olduğu tespit edilen kişilerin resmî kurumlarla ilişkileri kesildi ve kesilmeye de devam ediyor. Kurumlar kapatılıyor. Bu, FETÖ yapılanmasından temizleme işlemleri öyle anlaşılıyor ki uzun müddet yapılan tespitlerin sonucu olarak çok süratli bir şekilde uygulanıyor. Özellikle 2013 yılı sonunda başlayan çalışmalar ile tespit edilen kişiler bu süreçte tasfiye ediliyor. Bunun daha bir müddet devam edeceğini öngörebiliriz.

Hükümetin, kadroları açığa almak dışında henüz net bir tedbirinin olduğu görülmemektedir. Aslında kadroların açığa alınması başlı başına büyük bir eylemdir. Ancak ortaya çıkan kadro açığının nasıl doldurulacağı bundan daha büyük bir eylemdir. Bu konuda prensip olarak ‘ehliyet’ ve ‘güvenilirlik’ kriterlerini öne çıkaracak bir çalışma yapılması elzemdir. Bu bir süreç yönetimidir ve bu süreç direk cumhurbaşkanına bağlı güvenilir bir ekip tarafından yönetilmelidir.

SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ VE ÖNERİLER

Eğer bu uygulama planı yani darbe başarıya ulaşsaydı neler olurdu? Benim önermem, ‘yine başımızda bir sivil cumhurbaşkanı ve sivil bir başbakan olurdu’ şeklinde olacaktır. Çünkü AB/D, mevcut konjonktürde bu milleti asker kişiler ile kısa vadede bile idare edemeyeceğini iyi bilir. Ancak ‘asker kişileri, baştaki sivilleri disipline etmek için aktif olarak kullanırdı’, bu da ikinci önermem. Sanırım bu önermelerin altını sizler de doldurabilirsiniz.

Bunları uzun uzun detaylandırmak mümkündür. Ancak en önemlisi, bu yazının da başında ifade ettiğim gibi, bölgemizde Batı’nın planlarına uygun olarak yeni bir harita çalışması yapılacağı ve ülkemizin parçalanmasına zemin hazırlanacağı muhakkaktır. Buna da İkinci Sevr dedik.

Evet, bu bir süreçtir ve bu süreç devam etmektedir. Bundan sonra karşılaşabileceğimiz hamlelerden en önemli üçünün şunlar olduğunu düşünebiliriz.

Birincisi, bir iç çatışmayı tetikleyecek şekilde sosyal kargaşalar kurgulamak. Türk Kürt, Alevi Sunni, laik dindar vs. gibi kırılma hatları üzerinden çalışmalar yapabilirler. Devletimizin bu konularda ciddi bir tecrübesi vardır. Bu zamana kadar yapılan provokasyonlar nasıl bertaraf edildi ise bundan sonra da o şekilde bertaraf edilebileceğini düşünüyorum.

İkincisi, nitelikli saldırılar yapmak. Bunların en önemlisi suikastlar demektir. Bu konuda da devletimizin tecrübesi olduğunu düşünüyorum. Ancak bundan sonra çok daha dikkatli olunması gereği aşikârdır.

Üçüncüsü ise, ekonomik olarak yıpratmak için ardışık hamleler yapmak. Kanaatimce, en önemli konu da budur. Çünkü ekonomik olarak yapılacak bazı yıpratmalar, halkın desteğinin de kesilmesine vesile olur. Ekonomik gücünü yitirmiş bir halk, iyiliğin kimden geldiğine bakmayabilir. Bu sebeple, iktidar açısından diğer muhtemel saldırıların tamamından daha tehlikeli bir hamledir. Elindeki halk desteğini kaybedebilir! Bu konuda yapabileceğim en önemli öneri, ekonominin başındaki şahsın değiştirilmesidir. Bu değişim, ekonominin başındaki şahsın başarısız veya darbeci olduğundan dolayı değil, fikirlerinin ve davranış kodlarının iyi bilinmesinden dolayıdır.

Her ekonomik kriz, güvensizlik temeli üzerinde yapılanır. Eğer siz, yapabileceğiniz bütün hamlelere karşı ne yapılabileceğini biliyorsanız, bir adım öndesiniz demektir. Bu ise oldukça tehlikeli bir durumdur. İşte bunun için, bir değişim en büyük tedbirdir. Tabi bu durumda, bilinmeyene karşı uluslararası güvensizlik oluşumu riski de vardır. Ancak birinci riskin yanında ikinci risk ihmal edilebilir seviyededir.

Bununla birlikte ikinci önerim, 2000’li yıllarla birlikte eklemlendiğimiz finans kapital sistemden çıkış alternatiflerini hazırlamaktır. İçinde bulunduğumuz para-kredi sistemi, Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) dir. Bu sistem ortadan kaldırılırsa, Batı’nın en büyük kozu elinden alınmış olur. (Bu konuda yazdığım diğer makalelerden detayları okuyabilirsiniz.)

Bu arada, artık istihbarat zaafı açıkça ortadadır. Bunun için Milli İstihbarat Teşkilatı yeniden yapılandırılmalıdır. Hatta bu mesele o kadar önemlidir ki MİT tamamen kenara konularak yepyeni bir teşkilat da kurulabilir. İç istihbarat ve dış istihbarat ayrı ayrı yapılandırılmalıdır.

Sonuç olarak yaşadıklarımız büyük bir krizdir. Unutulmamalıdır ki her kriz bünyesinde bazı fırsatları da birlikte getirir. Bu yaşadığımız kriz, bünyesinde devleti yeniden yapılandırma fırsatını vermektedir. Bu tür fırsatlar bir ülkenin önüne her zaman gelmez. Darbe başarılı olsaydı, darbeciler devleti yeniden yapılandıracaklardı. Şimdi başarısız olduklarına göre, aziz milletimize dayalı olarak mevcut devlet erki devleti yeniden yapılandırmalıdır.

Devletin kurgusu, iki esas üzerinde şekillenmelidir.

Bunlardan biri ‘devletin paranın sahibi olması’ diğeri de ‘devletin ordunun sahibi olması’ esaslarıdır. Ülkemizin mevcut kurgusunda devletimiz paranın sahibi değildir. Çünkü Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) sayesinde paranın sahibi küresel finans elitlere eklemlenmiş olan özerk ve özel yapılardır. Bunlar devletten hem bağımsız kurgulanmışlar hem de bağımsız hareket etmektedirler. Bu örtülü saltanata artık son verilmelidir.

OrduMilletElele

İkincisi, mevcut kurguda ordunun sahibi de devletimiz değildir. Bu konu belki ilk planda açıkça görülmez ancak sorguladığımız zaman bu sahipliğin nakıs olduğunun farkına varabiliyoruz. Öncelikle, insan kaynağımız bizim olsa da ordumuz bir NATO ordusudur. Medeniyetimiz ve tarihi müktesebatımız ile uyumlu olmayan büyük bir etkin bütünün edilgen parçasıdır. Dış bağlantılı ve eğitimli bir ekip, bu darbe teşebbüsünde olduğu gibi, ordumuzu yanlış yönlendirebilir. Onun için, ordunun tam bağımsız ve milli bir ordu olması gerekir. Dahası, ordu demek savunma sanayi demektir. Bugün savunma sanayimizin toplam yerli üretimi yüzde 50 seviyelerindedir. İleri teknoloji harp sanayinde (hava savunma sistemimizde olduğu gibi) durumumuz bundan da geri seviyededir. Bunun da süratle ikmal edilmesi gerekmektedir.

Evet, mevcut düzen yeniden yapılandırılmalıdır.

Yeni düzende devlet tedricen mal ve hizmet üretiminden çekilmelidir. Günümüzde artık kişiler her türlü mal ve hizmet üretimini yapabilecek kabiliyete sahiptir. Devlet yeni düzende kendisini ‘her şeyi düzenleyici ve denetleyici’ pozisyonunda konuşlandırmalıdır. Mevcut bütün yapılar buna göre yeniden gözden geçirilmelidir. Kurum ve kuruluşların hepsi gözden geçirilmeli, düzenleme ve denetleme misyonuna göre yeniden konumlandırılmalıdır. Düzenleme işi sürdürülebilir olmalı ve b/ilim esaslarına dayalı olarak gerçekleştirilmelidir. Bütün bunlar kısıtlama için değil, hakların korunması için yapılmalıdır.

Çok dikkat edilmesi gereken bir konu da, kriptoların bu tür ortamları istedikleri şekilde yönlendirebilmek için çalışmalar yapmalarıdır. Şu sıralarda yapılan yorum ve değerlendirmelerde, kripto grupların çalışmaları da açıkça görülmektedir! Cumhuriyet tarihinin en büyük kadro operasyonu yapılırken, kriptoların bu değişime sızmaları ya da bu değişimi yönlendirmeleri ülkemizin bağrına saatli bomba koymak gibi bir şey olur. Bu, elbette kolay takip edilebilecek bir konu değildir. Adalet, emanet, ehliyet ve şeffaflık ile işe başlanılmasının uygun olacağını düşünüyorum.

Bu süreçte en çok sevinilecek ve dolayısıyla şükredilecek şey, milletimizin sahip olduğu sağduyu ve şuurdur. Bu darbe girişimi göstermiştir ki aziz milletimiz, bir meseleyi kavrarsa onun yanında ölümüne durur. Sonuna kadar ya da gittiği yere kadar onu savunur. Demek ki mesele, millete anlatabilme meselesidir. Onu ikna edebilme meselesidir.

Milletimiz darbelerden çok çekmiştir.

27 Mayıs, 1971 Muhtırası, 12 Eylül, 28 Şubat darbelerini gördü ve bunların hem ekonomiye hem de yaşam standartlarımıza ne kadar zarar verdiğini bizzat müşahede etti. Darbelerin kötü olduğunu iyice anladı. Onun için de bir darbe teşebbüsü olunca, klasik ifadeyle sağcısı solcusu, bir ve bütün olup karşısında durdu. Darbecileri darbeledi ve bitirdi. İnanıyorum ki milletimiz bundan sonra, kendisine ayak bağı olan ve bir avuç azınlığı besleyen/yücelten mevcut ekonomik sistemi de tarihin çöplüğüne gömecektir.

Bundan sonra her vatandaşın yapması gereken iki şey vardır.

Birincisi, bu gibi darbe teşebbüslerine ve kargaşalara karşı mücadeleye hazır olmaktır. Bu hazırlığı fert olarak da toplu olarak da yapabilirler.

file-name-light-at-the-end-of-the-tunnel-jpg-resolution-640-x-425-0tUBrW-quote

İkincisi de halka ulaşabildiği kadar ulaşıp, gerçekleri tüm çıplaklığı ile anlatmaktır. Onları küçümsemeden, anlamazlar diye önyargıda bulunmadan, usanmadan, yılmadan, bıkmadan anlatmaktır. Çünkü bu millet kendisine anlatılanları anladığını, direnişi ile kat be kat göstermektedir.

Netice itibarıyla süreç bitmemiştir.

Sadece bir uygulama planı püskürtülmüştür. Yine, farklı bir uygulama planı ile karşımıza çıkacaklardır. Her seferinde farklı farklı yöntemler ile karşımıza geleceklerdir. Bunlar karşısında bir ve bütün olarak hareket etmek, milletin en büyük gücüdür. Birlik ve beraberliğimizin bozulmamasına hatta daha da pekiştirilmesine çok büyük önem vermeliyiz. Bu konuyu Kur’anı Kerim’den Ali İmran Suresi 103. Ayet ile noktalayayım: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın”. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.

15 Temmuz darbesi ile ilgili olarak, kamuoyu ile paylaşabileceğim görüşlerimi şimdilik burada tamamlıyorum. Görüşlerim çeşitli maddi hatalar içerebilir. Ancak genel çerçevenin bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Tabi ki, en doğrusunu bilen sadece Allah’dır.

Selam sevgi ve saygılarımla

Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.