Üretimin Gücü Asya’ya Kaydı

Yaklaşık yarım asır süren Soğuk Savaş dönemi 1990’lı yılların başında son buldu.

O dönemin bir ekonomi politik dengesi vardı. Dönem son bulunca, doğal olarak o ekonomi politik denge de değişecekti. 

  • Peki, bu değişim nasıl olacaktı?
  • Nasıl bir ekonomi politik denge oluşacaktı?

Bu ve benzeri soruların cevabını bulmak için o sıralarda birçok çalışma yapıldı. Ben bu konuya ilişkin ilk ciddi çalışmayı, 1990’lı yılların ortasında Singapur’da katıldığım bir konferansta dinledim. Çalışmayı Alman Deutsche Bank yaptırmıştı. Raporun adı “Dünya Üretimindeki Eğilimler” idi. 

Rapor özetle şunları ifade ediyordu:

1994 yılında dünya toplam üretiminin değeri yaklaşık 27 trilyon dolar olarak gerçekleşmişti. Bunun %67’sini ABD, AB ve Japonya, %20,8’ini Asya ve kalan %12,2’sini de diğer ülkeler gerçekleştirmişti. Deutsche Bank, kurguladığı modellerle 2019 yılında dünya toplam üretiminin değerinin yaklaşık 76 trilyon dolar olacağını hesaplamıştı. Bunun %39,1’ini ABD, AB ve Japonya, %50,7’sini Asya ve kalan %10,2’sini de diğer ülkeler gerçekleştireceklerdi. 

Burada eğer Japonya’yı da Asya grubuna eklersek, 2019 yılı dünya toplam üretiminin yaklaşık %67’sini Asya ve Uzak Doğu Bölgesi gerçekleştirecek demekti. Bu da dünya üretiminin ağırlık merkezinin o bölgeye kayacağının açık göstergesiydi.

Elbette bu rapor, durum tespiti ve gelecek öngörüsünün ötesinde ABD ve AB için bir uyarı niteliğindeydi. Gerekli tedbirleri almazlarsa, yeni ekonomi politik merkezin nasıl yer değiştireceğini gösteriyordu. Benzer bir şekilde, ABD’deki istihbarat birimlerinin koordinasyonunu sağlayan Ulusal Güvenlik Ajansı da bir çalışma hazırlattı. 2005 yıllarında yayımlanan çalışmanın adı “Küresel Eğilimler 2025” raporu idi. O rapora göre de zamanından itibaren 20 yıllık bir dönemde ABD’nin ekonomik ve siyasal gücü oldukça azalacaktı. Çatışmalar çoğalacak ve çok daha riskli bir döneme girilmiş olacaktı. 

Raporda neler öngörülüyordu?

Raporda, Çin ve Hindistan’ın muhtemelen ABD ile birlikte çok kutuplu bir dünyada lider pozisyonlarda olacağı öngörülüyordu.

Türkiye, İran ve Endonezya’nın da güçleneceği tahmin ediliyordu. Lakin Rusya’nın pozisyonunun “belirsiz” olduğu düşünülüyordu. 

Hatırlayın, o tarihlerde Rusya, yüz yılın en kötü ekonomik buhranını yaşıyordu. Ülkede en kalifiye uzmanların bile aylık geliri 100 doların altındaydı.

Nitelikli elemanları Rusya dışına göç etmeye başlamışlardı. Rusya’yı kim toparlayacaktı, nasıl yapacaktı; hiçbir şey belli değildi.

Dahası, bahsettiğim raporlarda, o günlerde dünya para birimi olarak kullanılan ABD dolarının mutlak hâkimiyetinin son bulacağı da öngörülüyordu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen o günkü uluslararası sistemin, 2025 yılında neredeyse tanınmaz hale geleceği, yeni güçlerin yükseleceği, küresel bir ekonominin olacağı, servetin Batı’dan Doğu’ya transfer edileceği ve devlet olmayan unsurların giderek daha etkili olacağı bir sistemin yerleşeceği ifade ediliyordu.

Stratejik güç mücadelesinin ise büyük bir olasılıkla ticaret, yatırım ve teknolojik yenilikler alanında yapılacağı öngörülüyordu.

Bu iki ardışık erken raporu birlikte yorumladığımızda, Almanların detaylı bir şekilde yapmış olduğu analizleri, Amerikalılar ekonomi politik açıdan yorumlamışlardı. 

Elbette bu konudaki çalışmalar sadece bu iki rapordan ibaret kalmamıştır. Gelişmelerin sürekli takibi yapılarak raporlar güncellenmiştir. ABD ve AB raporlara göre kendi tedbirlerini almışlardır. 

Peki, neticede ne oldu?

Bu modellerde öngörülemeyen birkaç küresel olay oldu.

Müesses Rus dinamikleri ve Rus Ortodoks Kilisesi, Putin’i devlet başkanlığına getirdiler. Putin, Rusya’yı sadece içinde bulunduğu durumdan çıkarmakla kalmadı aynı zamanda başat bir ülke haline getirdi. Sahip olduğu doğal kaynakları, tarihi ve kültürel müktesebatı ile Rusya, küresel oyuna güçlü bir şekilde geri döndü. Tabi bu durum erken raporlarda öngörülemeyen bir durumdu. 

2010’lu yılların ortalarında, Pentagon’daki bazı generaller, Amerika’yı işgal edebilecek tek gücün Rusya olduğunu ifade etmeye başladılar. Bu ifadeler, “Rusya bizi işgal edecek” manasından ziyade Rusya’nın anlık pozisyonuna dramatik bir şekilde işaret eden ifadelerdi. Onlar açısından alarm zilleri çalıyordu.

Rusya’nın bu öngörülemeyen gelişmesinin yanı sıra iki önemli öngörülemeyen olay daha yaşandı. Bunlar da küresel finans krizi ve Kovid-19 pandemisi idi. Bunlar ABD ve AB’nin küresel ekonomik hâkimiyetine önemli darbeler vurdu. Özellikle pandemi, küresel tedarik zincirlerini kırarak yerelleşmenin önünü açtı.

Yine erken tahminlerin de ifade ettiği gibi son çeyrek yüzyılda Türkiye, İran ve Endonezya güçlendi. Ancak Türkiye, savunma sanayinde öngörülerin ötesinde ve farklı alanlarda güçlendi. Türkiye bölgesinde “oyun değiştirici” bir güce sahip oldu. Bu alanda süper lige yükseldi. Oyun değiştirici pozisyonun hemen ardı, “oyun kurucu” pozisyondur. Bunu herkes bilir. 

Peki, tahminleme modellerindeki öngörülenlere ne oldu?

2022 yılının ortasındayız. 
Dünya üretiminin merkezi Asya’ya kaydı. Asya ve Uzak Doğu (Japonya dâhil) dünya üretiminin yaklaşık %85’ini gerçekleştiriyor. Bu oran, soğuk savaş dönemi akabinde yapılan tahminlerin çok ötesinde bir orandır. Hatta tek başına Çin, dünya üretiminin %61’ini yapıyor. Dahası, dünya nüfusunun yarıdan fazlası da Asya ve Uzak Doğu’da. 

Evet, dünya üretim merkezi Asya’ya kaydı kaymasına ama bunun muhasebesi ve mali alt yapısı hâlâ ABD doları ve SWIFT sistemi üzerinden yürütülüyordu! Lakin bunun sürdürülebilir olmadığını da herkes biliyordu. ABD ve AB, Çin’in ekonomisinin ABD’ye ve dolara oldukça yüksek bir bağımlılık sahibi olduğuna güveniyorlardı. Petro dolar desteği ABD’nin elinden gitse de SWIFT sistemi ve cripto varlıklar önemli kozlar olarak görülüyordu. Bunların kendilerine toparlanma için zaman kazandıracağına inanıyorlardı

Tabi bütün bu analizleri Rusya da yaptı. Sonuçta Rusya, Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan en önemli atılımı yaptı. ABD ve AB’nin kurguladığı bu düzeni bozdu. Masayı devirdi. Şimdi masa yeniden kurulmak zorunda. Yepyeni bir kurgu oluşturulmak zorunda. Yeni oyuncular da devreye girmek zorunda.

Hatta Rusya, hamlelerine devam ediyor. Ukrayna üzerinden başlatmış olduğu askeri müdahale ile aslında Asya’nın kendisine has yeni bir para birimi oluşturması için bir alan açmış oluyor. Nitekim ardışık adımları ile küresel finans sistemine karşı çalışmaları da ortaya koymuş oluyor. Bu konuda daha detaylı bilgi için bir önceki yazıma bakabilirsiniz. Neticede gelinen noktada artık Asya merkezli yeni bir bölgesel para birimi oluşturulmak zorundadır. Sanırım yakında bunun çalışmalarından bahsediyor olacağız. 

İşte tam bu noktada Türkiye, Rusya ile birlikte, Asya’da oluşacak bir ortak para birimi için kurucu inisiyatif alabilir. Çünkü bu kadar büyük bir ekonominin eninde sonunda kendi para birimini de oluşturacağı muhakkaktır. Bütün bunlarla birlikte önümüzdeki dönemde birkaç farklı para biriminin dünya ticaretinde eş zamanlı olarak kullanıldığına da şahit olacağız. Bunlar ABD Doları, AB Avrosu, İngiliz Pound’u ve yeni oluşacak olan Asya Parası. Bunların hepsi de bir şekilde altın ile ilişkilendirilmiş olacaktır. Başka türlü dünya ticaretinin yürümesi mümkün olamaz.

Bu ekonomi politik tablo ülkemiz açısından müthiş bir fırsat kapısı aralıyor. Türkiye’miz, bölgede oluşturacağı ortak para birimi çalışmaları ile küresel inisiyatif üreten bir konuma yükselebilir. Oyun kurucu olabilir.

Bu konum, kendi ekonomi politiği için de en uygun pozisyonu alması demektir. 

Gerisi idarecilerin kabiliyet ve zekâsına kalır ki, o da bu coğrafyada var olup an itibarıyla yitik olan bir şeydir. 

Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN
_________________________________________

Not; Bu makalem independent Türkçe’de yayınlanmıştır