Ekonomi yönetimi çok zor bir konudur ve mutlaka yetkin bir heyet tarafından çok yakından takip edilerek yönetilmesi gerekir.
Elbette bu heyetin bir başı olacaktır. Lakin o başın içinde, bütün zorlukların farkında olan koordinatör bir beyin olmalıdır. Bu koordinatör beynin, kurucu bir aklın emrinde olması gerekir.
İçinde bulunduğumuz şartlar, işletmeci akılların sınırlarını delik deşik eden şartlardır. İşletmeci akıl, halihazırda kurulu bir düzeni çalıştıran akıldır. Halbuki içinde bulunduğumuz dönem kurulu düzenlerin yıkıldığı veya yeniden yapılandırıldığı dönemdir. Kurucu akıl, şartlara göre hareket eden ve belli bir amaç uğruna her türlü düzenlemeyi yapabilen akıldır. Savaşçıdır. Ülkemiz ekonomi yönetimindeki en önemli eksiklik de budur.
Hemen şunu hatırlatarak sürdürelim.
Kurtuluş Savaşı sırasında 23 Nisan 1920’de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Mayıs 1920’de kabul ettiği 3 sayılı Kanunla 11 kişilik ilk Bakanlar Kurulu’nu oluşturmuştu. Bu Bakanlar Kurulu’nda Ticaret, Sanayi, Maden, Ziraat ve Orman işlerini yürütmek üzere bir İktisat Bakanlığı yer almıştı. Bakın ve on bir kişilik bakanlar kurulunda İktisat Bakanlığı’nın ağırlığını görün.
Peki, neden böyle idi?
Çünkü devlet yeni kuruluyordu ve bir kurucu akla ihtiyaç vardı. Bakanlık eğer ayrıştırılıp detaylandırılacak ise yine o kurucu akıl yapacaktı. Ana kurguyu oluşturacak ve o kurguya göre diğer bakanlıkların vazifesini tayin edecekti. Hatta, 27 Mayıs 1934 tarihinde kabul edilen 2450 sayılı Kanun ile kurulan İktisat Bakanlığı’nın görevleri kara ticaretini, deniz ticaretini, sanayi ve maden işlerini ve ticaretini kapsayacak şekilde genişletilmişti. Sonradan ayrıla ayrıla, dağıla dağıla önümüzde duran mevcut mozaik yapı ortaya çıktı. Hatta bu yapının esamesi, borçların tasallutu altında neredeyse kaybolup gitti!
Koordinasyon yok, amaçlar belirsiz, araçlar değişken…
Bu işin sonunda nereye varılacağından kimsenin bilgisi yok!
Herkes bir yerlere bir şeyler yetiştirmeye çalışıyor. Herkesin elinde beş on gösterge. Onları gösterip duruyor. Ama işler iyiye gitmiyor. Yani işler öyle kitaplarda, makalelerde basitleştirilerek anlatıldığı gibi değil. Söylendiği gibi ise hiç değil. Bir yerlerde bir terslik var ve bizim önce o tersliği bulup düzeltmemiz gerekiyor.
Peki, önümüzdeki bu kurumsal ekonomik yapı nasıl oluştu?
Ülkemizde bu ayrışmanın veya yapının nasıl oluştuğunu anlamak için öncelikle kurucu aklın nerede temerküz ettiğini bulmamız gerekir.
Yani ülkemiz ekonomi politiği hangi kurucu akla göre şekillendirildi?
İşte gerçek soru budur ve bu bir lisans üstü tezidir.
Bunu haritalamak ve anlamak için bütün askeri darbelerin ekonomi politiğini ortaya çıkarmak gerekir. Çünkü darbeler yol açıcıdır. Sebep veya gerekçe oluştururlar. Dolayısıyla fonksiyoneldirler.
Burada bizim tezimiz şudur. Türkiye ekonomi politiği özellikle Batı ve ABD (finansman) ekonomisini destekleyecek şekilde bir tedarikçi ülke olarak kurgulanmıştır. Bu temel kurguyu değiştirmeden ne kadar çalışırsanız çalışın halkın refah ve mutluluğunu temin edemezsiniz. Ekonomiyi düze çıkaramazsınız ve güçlendiremezsiniz. Kısacası, başarısız olmaya mahkumsunuz. Bu başarısızlık sizin bilgi, beceri ve yetkinlik eksikliğinizden ziyade kurgunun karakterinden kaynaklanmaktadır.
İşte bu sebeple kurucu akıl çok önemlidir…
Ekonomi idaresindeki cari akıl ise işletmeci akıldır. İşletmeci akıl temelde ortodokstur. Küresel kurgunun hizmetindedir. Zaman zaman beceriksizliğini örtmek için heterodoks belirtiler gösterebilir. Ancak bu göstergelerin hiçbiri sonucu değiştirmez.
Bakınız çok basit bir örnek üzerinden anlatımımızı bitirelim…
Ülke olarak dış ticaret yapıyoruz. Yani ürettiklerimizi yurt dışına satıyoruz veya yurt dışından ürün alıyoruz. Ancak sınır komşularımız ile olan ticaretimiz, toplam dış ticaretimizin %10-15 seviyelerini hiç aşmadığını biliyor muyuz? Daha da önemlisi, bunu sorguluyor muyuz?
İşte bunu sorgulamak için bize kurucu bir akıl gerekiyor. Ekonomiyi bir kurucu aklın koordine etmesi gerekiyor. Öncelikle bu akıl ekonomi politiği yeniden yapılandırmalı ve o ekonomi politiğe göre ticaret partnerlerini belirlemelidir. Finansmanı belirlemelidir. Üretim-tüketim hep buna göre şekillendirilmelidir. Bugün ihracat ihracat diye diye ülkemizde üretilen en güzel ürünleri yurt dışına gönderiyoruz. Halbuki Milli Gelirin belli bir oranından fazlasını ihraç etmek, içeride kısıt/kıtlık oluşturur.
Ülkemiz için bu oran %25 gibi gözüküyor. İçeride oluşan kıtlığı gidermek için doğal olarak ithalata yöneliyoruz. Ancak yeterli dövizimiz olmadığı için ihtiyacımızı borçlanarak tedarik ediyoruz. Böylelikle bir yandan borç-faiz-borç sarmalı içerisine düşüyoruz. Diğer yandan da halkımız gittikçe fakirleşiyor.
Makro göstergeler ülkenin büyüdüğünü ifade etse de bunun bir fakirleştiren büyüme olduğunu anlıyoruz. Netice itibarıyla, şu anda söylenecek ilk ve son söz, ülkenin bir kurucu akla ihtiyacı olduğudur. Çünkü bu zamana kadar süregelen ekonomi politik düzen yıkılmış veya değişmiştir. Şimdi bu kurucu akıl, değişime uygun bir şekilde ülkemiz ekonomisini yeniden yapılandırmalıdır. Başlangıç noktası işte burasıdır.
Bunu kimin yapacağı, gelecekte ülkeye kimin hâkim olacağı sorusunun cevabını da içerir!
…
Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN
___________________________
Not; Bu makalem İndependent Türkçe’de yayınlanmıştır.