İlim, Öğretmenler ve Hocalar

B/ilimin Artma ve Eksilmesi

Çağını ve çağları aşan Endülüs’lü Muhyiddin İbn-i Arabi, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde “İlimlerin Artma ve Eksilme Nedenlerinin Bilinmesi” konusunu açıklarken şu ayet ve hadisten hareket eder.

TaHa süresi 114. ayeti kerimede Cenab-ı Allah insana şu şekilde dua etmesini öğütler: “De ki, Rabbim! İlmimi artır”. Biraz düşündüğümüzde bu ifade ile birlikte ilk anda iki şey aklımıza gelivermektedir. Birincisi, ilimde ya da bilimde bir sonsuzluk vardır. Çünkü bu öğüt insan için kıyamete kadar geçerlidir. B/ilimin kıyamete kadar kümülatif olarak biriktiğini düşünürsek, bu öğüt kıyamet saatinde dahi yapılabilecek bir dua niteliğinde olduğuna göre, insanın o saatte dahi öğreneceği çok şey var olacak demektir.

Günümüzdeki imkânlar ile b/ilmin ne kadar çok süratli bir şekilde biriktiğini göz önüne alırsak, onun hiçbir zaman tamamen erişilemeyecek bir sonsuzluğu ifade ettiğini anlarız. Gerçek ve tam manada âlim olan yani ilmin tamamına sahip olan ise sadece Allah’tır. O da bize edinebileceğimiz kadar ilim edinmemizi öğütlüyor. Kısacası, kendisinden ucu açık bir ikramdır.

Pekiyi nicelik ve nitelik olarak ilmin artması nasıl bir artıştır?

Bugünkü imkân ve çalışmalara baktığımızda b/ilim çok artmış durumdadır. Hemen hemen herkesin elindeki telefonlardan tutun da taşıdıkları flash belleklere kadar onbinlerce sayfalık bilgi tırnak boyutlarında bir silikon pulun içerisinde faydalanmamıza hazır beklemektedir. Hatta interneti düşündüğümüzde kentrilyonlarca sayfalık her türlü bilgi kullanıma hazırdır.

Ancak bu bilgi ya da ilim kullanılıyor diyemiyoruz. Bir bilginin bir kitabın içerisinde duruyor olması ya da internet ortamından kolaylıkla erişiliyor olması onun kullanılıyor olması anlamına gelmiyor. İşte, başta verdiğim ayeti düşündüğümüzde ilk anda aklımıza gelen iki şeyden ikincisi de ilim sahibi kişi sayısının artırılması gereğidir. Çünkü bu öğütün muhatabı insan ve her insandır.

Bu noktada, Hz. Muhammed’in bir sözü meseleyi daha iyi anlamamıza rehber oluyor. O da şudur: “Allah ilmi âlimlerin göğüslerinden çekip almak şeklinde kaldırmaz, fakat âlimlerin canlarını almakla ilmi alır”.

Buradan şunu anlıyoruz. B/ilimin bir yerde kendi başına birikmesi ile b/ilim artmış olmuyor. Ancak âlimlerin bilim insanlarının artması ile b/ilim artmış oluyor. Netice itibarıyla b/ilmin artması, b/ilim sahibi insanların sayısının artması olarak anlaşılmalıdır.

Meseleyi bu şekilde ortaya koyduktan sonra gelelim günümüze.

Öğretmenler ve Öğretim Elemanları (Hocalar)

Günümüzde b/ilim sahibi olanlar kimlerdir?
Diğer bir ifade ile âlimler kimlerdir ve nasıl yetişiyorlar ya da yetiştiriliyorlar. Aslında herkes belli derecelerde talebe ve belli derecelerde âlimdir. Ancak mevcut resmi yapıya baktığımızda bunların öğretmenler ve yüksek öğretimde bulunan hocalar olduğunu söyleyebiliriz. Bunların dışında da b/ilim sahibi insanlar elbette vardır. Çok değişik yerlerde ve değişik vesilelerle de yetişebilirler. Konuyu kısaca derleyip toparlayabilmek için öğretmenler ve yüksek öğretimde bulunan hocalar çerçevesinde tutunuyorum.

O halde bir toplumda b/ilmin artması isteniyorsa yapılması gereken ilk iş öğretmenlerin ve yüksek öğretimdeki hocaların sayısını artırmaktır. Şimdi gelelim bunların günümüzdeki durumuna.

Bugün ülkemizdeki öğretmenler nicelik ve nitelik olarak yetersizdir. Yani, sayısal olarak da yetersizdir kalite olarak da yetersizdir. Traji komik durum ise, sayısal olarak yetersiz olmasına rağmen öğretmelerin “işsiz” dolaşmalarıdır. Öğretmenini işsiz bırakacak kadar zengin bir toplum düşünemiyorum. Rantiyeciye yıllık yaklaşık 80 milyar lira ödemeye para bulan idare, öğretmenine hocalarına bir-iki milyar lira bulamamasının ayıbı altında ezilmelidir.

Eğitimcilerin nitelik olarak artışı yani kalite olarak artışı ise ona sunulacak imkânlar ile ilgilidir. Öğretmene bugün verilen aylık ücretler ve imkânlar ile onlardan beklentilerimiz arasında doğru ve anlamlı bir ilişki yoktur. O halde idarenin öncelikle yapması gereken iş bu ilişkiyi doğru ve anlamlı bir hale getirmektir.

Bu aşamadan sonra isterseniz konuyu birkaç maddede ve daha somut bir çerçevede tartışmaya çalışayım.

Öncelikle öğretmenlerin ve yükseköğretimde hocaların maddi imkânlarını ve aylık gelirlerini artırmalıyız.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bir öğretmenin aylık maaşı yaklaşık 20 altına karşılık geliyordu. Bugünkü parasal ifadesi ile 12 bin liranın üzerindedir. Bu rakam bir anda gözünüze çok gelebilir ancak bir an onlardan beklentilerimiz ile birlikte düşünürsek çok olmadığını anlarız. Bütün öğretmenlere bu kadar aylık gelir verilsin demiyorum. Elbette bunun bir sistematiği olacaktır. Örneğin, öğretmenleri kendi aralarında bilgi, beceri ve yetkinlikler açısından objektif kriterlerle sınıflandırmaya tabi tutarsınız ve bu sınıflar arası geçişleri de objektif bir şekilde düzenlersiniz. Meslek hayatına yeni başlayan bir öğretmen yaklaşık 2500 lira alır. Zamanla bilgi, beceri ve yetkinliklerini artırıp kademeleri geçtikçe objektif olarak tanımlanmış zirveye ulaşan bir öğretmen de 12 bin lira aylık alır. Bu zirveye ulaşması aynı zamanda onun ilmini de artırması anlamına gelir.

Kademeli olarak verilecek bu kadar yüksek ücretler Eğitim Fakültelerine rağbeti artıracak ve bu fakülteler üniversiteye girişte çok daha yüksek puanlarla öğrenci almaya başlayacaklardır. Eğitim Fakültelerinin kontenjanları da genel ihtiyaç planlaması çerçevesinde belirlenirse herhangi bir sorun yaşanmayacaktır.

Aynı şey, yüksek öğretimde de yapılmalıdır. Akademik hayatına başlayan bir araştırma görevlisi yaklaşık 3000 lira aylık gelire sahip olmalıdır. Zaman içerisinde ulaşacağı kıdemli profesörlük ile 25bin liralık bir aylık getiriyi de elde edebilmelidir.

Böylelikle öğretmenler ve hocalar nitelik olarak daha da gelişecek ve neticede toplumdaki b/ilimin seviyesi de çok artmış olacaktır.

Sonuçta özetle söylemeye çalıştığım şudur. Eğer toplum olarak ileriye yönelik bir atılım yapmak istiyorsak bunun en önemli ayağı b/ilimde ilerlemektir. B/ilimde ilerlemek b/ilim insanının sayısının artması ile olur. Bu sayının nicelik ve nitelik olarak artmasının yolu onlara sağlayacağımız maddi imkânlar ile doğru orantılıdır. Bu imkânları artırmak bir idare için lüks değil zorunluluktur.

Alman Bismark’a atfen şöyle bir şey anlatılır.
Almanya’da doktoralı insanlara çok yüksek ücret ödenmektedir. Bismark’a bunların hepsi faydalı çalışmalarda bulunmuyorlar ama yine de çok yüksek ücret alıyorlar diye şikayetçi olduklarında, cevabının şöyle olduğu söylenir: içlerinden çıkacak bir parlak zekânın Almanya’ya yapabileceği katkıyı düşünerek hepsine yüksek ücret ödemeye devam etmeliyiz!

Evet, çocuklarımızın iyi birer geleceği olsun diye her türlü masrafı yapıyoruz ama onları o iyi geleceğe hazırlayacak öğretmenlerimiz ve hocalarımız için gerekenleri yapmıyoruz! Bu böyle olmaz.

Bugün artık milyonluk şehirlerde yaşıyoruz. Etrafınıza bir bakınız, cahillik kol geziyor. Her an televizyonlarda bu cahilliğin sonucu olan vahşet ve zulüm haberleri ile irkiliyoruz. Eskiden hayal bile edemediğimiz şeyleri, “bunu gavur bile yapmaz” dediğimiz işleri senin benim çocuğum yapar hale gelmiş. Hiç kimse, bırakın sokakları, evinde bile emin değil. Polisiye tedbirlerle bu gidişata dur diyebilir miyiz? Güvenlik güçleri nereye kadar etkili olabilir ki?!

Yapılması gereken ilk ve tek şey eğitimcilere sahip çıkmaktır.

Belki verdiğim rakamlar sizlerin gözünde çok büyük gelebilir. Ancak sonuçları ve ilişkileri itibarıyla düşünürseniz çok da büyük olmadığını anlarsınız. Belki de bazı öğretmen ve hocaların bu kadar yüksek gelirleri hak etmediklerini düşünebilirsiniz. Ancak, toplumu yüksek seviyeli kalkınmış bir toplum haline getirebilecek parlak zekâların yetişmesi hatırına onlara verilecek paranın maddi ne önemi olabilir ki!

Eğer bu şekilde eğitime yönelirsek, yaklaşık 10 sene içinde meyvelerini almaya başlarız. 20 sene içinde de içinde yaşamaktan zevk alacağımız, mensubu olmaktan gurur duyacağımız yüksek seviyeli bir toplum haline geliriz.

Aksi takdirde, komşusundan emin olamayan, akrabalarına bile yardım etmeyen, bencil ve zalimlerin egemen olduğu bir topluma dönüşürüz. O dönüşüm bizim yok oluşumuz demek olur.

Korkmayın, bizi kimse yıkamaz. Topla tüfekle de yıldıramazlar. Ülkemizi parçalayamazlar. Vatanımızı satın alamazlar. Ama eğitime gereken önemi vermezsek, öğretmenlerimize ve yüksek öğretimdeki hocalarımıza sahip çıkmazsak bütün bu korkularımızın gerçekleşmesi için dışarıdan bir tehditin gelmesine gerek kalmaz. Kendi içimize çöker, yok olur gideriz.

Milli Eğitim Bakanımızın yeni sistem kurgusu yaparken, bunları ajandasının başına koymasını dilerim. Yeniden yapılandırma her zaman sancılı ve zordur. Başlangıçta kolay kolay kimseye beğendiremezsiniz. Ancak meyveleri görüldükçe, iyi ki olmuş diyenler çok olur. Onun için kınayanın kınamasına aldırmadan eğitim sistemi yeniden yapılandırılmalıdır. Teknolojik yenilik ve gelişmelerden maksimum seviyede faydalanılmalıdır. Mevcut yapı ile arzu ettiğimiz seviyeye çıkabilmemiz mümkün değildir. O halde beşikten mezara (Life Long Learning) tüm eğitim sistemi yeniden korkmadan yapılandırılmalıdır. Bakanlık düzenleyici ve denetleyici vasfını pekiştirmeli ve mümkün mertebe herkesi ve her kesimi eğitime dahil etmelidir.

Bu konuda daha söylenecek çok şey var ama bu kadar küçük bir pencerenin çok daha büyük iyiliklere vesile olması dileğiyle yazımı burada noktalıyorum.

Söz siz okuyucularımızın. Yorumlarınızla konuyu daha da zenginleştirebiliriz.

Selam sevgi ve saygılarımla


Prof. Dr. Mete Gündoğan

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.